Sevginin Kalbi
Yazı
Gülden Bayraktar
Sevdiğimizi iddia ettiğimiz kaç kalbi mahzun ettik?
Kendi ben'lerimizin uğruna kırdık, döktük, un ufak ettik.
Oysaki; biz o kalbi sevmiştik, güya sevmeye de devam edecektik.
Peki ya; sevgi neydi?
İyilikti, güzellikti, dostluktu, emekti sevgi... Uğruna can-ı fedayı göze alabilmekti.
Kızılca kıyamet kopsa da içinde, sorana ‘kızılcık suyu içtim’ diyebilmekti.
Sevgiliden gelen her şeyi sevgili bilmekti. Hz. Yunus'un dediği gibi: “Kahrın da hoş
lütfun da hoş" diye sevgilinin gamına da gül diye sarılabilmekti.
Fakat biz sevdiklerimizi gündelik hayatın telaşları arasına hapsettik. Sıradanlaşan
kelimelerle sevgiliyi telaffuz ettik. Belirli günler ve haftalar takvimi gibi sevdiğimizi
kapitalist düzenin oyununa âlet ettik.
Oysaki sevgili, her gün sevgili idi. Yirmi dört saat, gece gündüz, her nefes
alışverişimizde sevgili.
Mihriban gibi sevgili, Üstad Abdürrahim Karakoç'un dediği gibi:
“Ne adı Mihriban, ne de saçları sarı” Ama sevgili...
Peki ya o zaman gelelim yine aynı soruya:
İnsan gönlündeki Mihriban’ın üzülmesini ister mi, incinsin ister mi?
Eğer Mihriban kadar sevdi ise, istemez. Mecnun'un kalbiyle yandıysa istemez.
Yanmaya talipli ise istemez. Yalnızlık nedir bilmiyorsa istemez. Her anı sevgili ile
ise istemez. Döner yüzünü sevgiliye, büker boynunu, toza bulanır çehresi de
sevgiliden başkasıyla gönül eğlemez.
Değil ki, gönlünü incitsin. Kirpiği kaşına değse, gözüne uyku girmez.
Sevmek işte sevgiliyi böyle, sevgi ile, merhametle, edeple, muhabbetle sevmek...
Suna gibi sevmek, bir Malatya türküsünde geçtiği gibi...
Ama işte bizim soruya cevap arayınca, bizim sevgilerimiz eksik, iddialarımız fazla!
Halbuki ne diyordu Şeyh Sadi Şirazi: “Sevgi ispat ister.”
36