Ebedi Saadetimin En Deruni Yareni:
“İstanbul”
Yazı
Hamide Akkaya
Vazgeçmek bir yana adeta müptela olmuştur dost kelamına. Müptelası
olunandan vazgeçmek imkânsız bir hal alır zamanla. Gönül dostun hissettirdiği
huzurdan ayrılmak, dostun vesile olduğu arındırılmışlıktan mahrum kalmak
istemez çünkü.
“Ah, dostluk, dostum ve dost sohbetlerim!” diyerek iç geçirenler var
mutlaka. Dostun kelamından maneviyatı alıp, kendi ruhuyla bütünleştiren nice
insanlar olduğuna şahit oluyorum. Şahitliğimin en büyüğü, anlamlısı
İstanbul’un maneviyat saçan, tarih kokan, imanla işlenmiş mekânlarında
olmuştur. Sebebini şöyle tasavvur ettim kendimce -dost canan ise canına en
hakiki dostun da can ise cananına- benim hatırıma gelen ilk dost, canan ve can
‘İstanbul’ olmuştur.
İstanbul… Ah İstanbul!
Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...
“Can İstanbul, canın cananı, dost İstanbul…”
Sessizliğine ses veren, suskunluğunda bile sana cevap veren, en vefalı
dost... Susmana izin vermeyen bu dost dertlenmeyi yasaklar sanki. Önce
İstanbul konuşur seninle, bazen farkında olursun bu sesin, bazen de
duyamazsın çığlık çığlığa olsa da İstanbul’un konuşmalarını. ‘İstanbul’u
dinliyorum…’ diyen şair duymuş şehrin sesini, sohbetine kulak vermiş ve
İstanbul ile muhatap olarak yegâne dostunun kelamından nasiplenmiştir. Bu
nasipleniş ile yasaklanır dertler, kederler insana. Bu dostun maneviyatı,
muazzez iklimi, mukaddes varlığı asla hüzünlenmene izin vermez. Bu şehri
dinledikçe, şehrin sana yakınlığını hissettikçe, gönlünün hüzünle can
çekişmeleri yerini bir kuşun kanat çırpışındaki tatlı heyecanlara bırakır.
24