Dilhâne Ekim ekim | Page 24

Ebedi Saadetimin En Deruni Yareni: “İstanbul” Yazı Hamide Akkaya Vazgeçmek bir yana adeta müptela olmuştur dost kelamına. Müptelası olunandan vazgeçmek imkânsız bir hal alır zamanla. Gönül dostun hissettirdiği huzurdan ayrılmak, dostun vesile olduğu arındırılmışlıktan mahrum kalmak istemez çünkü. “Ah, dostluk, dostum ve dost sohbetlerim!” diyerek iç geçirenler var mutlaka. Dostun kelamından maneviyatı alıp, kendi ruhuyla bütünleştiren nice insanlar olduğuna şahit oluyorum. Şahitliğimin en büyüğü, anlamlısı İstanbul’un maneviyat saçan, tarih kokan, imanla işlenmiş mekânlarında olmuştur. Sebebini şöyle tasavvur ettim kendimce -dost canan ise canına en hakiki dostun da can ise cananına- benim hatırıma gelen ilk dost, canan ve can ‘İstanbul’ olmuştur. İstanbul… Ah İstanbul! Gecesi sümbül kokan Türkçesi bülbül kokan, İstanbul, İstanbul... “Can İstanbul, canın cananı, dost İstanbul…” Sessizliğine ses veren, suskunluğunda bile sana cevap veren, en vefalı dost... Susmana izin vermeyen bu dost dertlenmeyi yasaklar sanki. Önce İstanbul konuşur seninle, bazen farkında olursun bu sesin, bazen de duyamazsın çığlık çığlığa olsa da İstanbul’un konuşmalarını. ‘İstanbul’u dinliyorum…’ diyen şair duymuş şehrin sesini, sohbetine kulak vermiş ve İstanbul ile muhatap olarak yegâne dostunun kelamından nasiplenmiştir. Bu nasipleniş ile yasaklanır dertler, kederler insana. Bu dostun maneviyatı, muazzez iklimi, mukaddes varlığı asla hüzünlenmene izin vermez. Bu şehri dinledikçe, şehrin sana yakınlığını hissettikçe, gönlünün hüzünle can çekişmeleri yerini bir kuşun kanat çırpışındaki tatlı heyecanlara bırakır. 24