Dilhane Mart Sayısı mart | Page 33

Tasavvuf büyükleri hakkında bildiklerinizden istifade etmek isteriz. Aklımıza takılan bazı şeyler var. Tasavvuf nasıl ortaya çıktı; tarikat kurucusu denildiğinde neyi anlamamız gerekir? Bu zatların sahabeyle olan bağlantısı nedir? Bu üç soruyu tek bir çerçevede cevaplayalım. Tasavvuf, İslâm’dan ayrı bir sistem değildir. Bilakis İslâm’ın zâhir ve bâtın ilimler bütünlüğünde yaşanması için, silsile yoluyla Allah Rasulü s.a.v.’e kadar uzanan bir yoldur. Bugün s ık duyduğumuz bir söz “Peygamber Efendimiz s.a.v. zamanında tasavvuf mu vardı?”. Tasavvufu kendi etiketleriyle tanımlayanların insan algısına hitabıdır bu. Tuhaf! Kafalar bu yüzden karışık! Tasavvuf Şeriat’ın, yani Kur’an ve Sünnet’in istikamet üzere yaşanmasıdır, tasavvuf ehli böyle tanımlamış. Tasavvuf sonradan ortaya çıkmıştır demek, sonradan ortaya çıkmış bir şey. Diyeceksiniz ki o zaman tarikat kurucusu ne demek! Silsile üzerinden kendisine kadar gelen usulleri kaidelere bağlayan zat demek! Bu açıdan tarikat kurucusu dediğimiz zat İslâm’ın dışından bir usûl getirip “Bizim yolumuz budur!” demez. Var olan edepler bir yol içinde kaidelere bağlanır. Uygulamaların her birinin de dayanağı vardır. Halvet mi? Allah Rasulü s.a.v.’e ilk vahyin inzivadayken geldiğini biliyorsunuz. Zikir mi? Rasulullah’tan ve sahabeden, hem gizli hem açık zikir için verilecek bir sürü örnek var. Sema konusunda Caferü’t- Tayyar r.a. Efendimiz’in sevincini cezb haliyle dışa vurmasını hatırlayın. Tabi bugün tasavvuf adına insanların gördüğü kötü örnekler de var, belki de bu yüzden topyekünred yoluna gidiliyor. Biz işi aslıyla tanımladık; tarikatın temeli zâhir ve bâtın bütünlüğüyle Şeriat-ı Muhammediyye’dir. “Bugün tasavvuf insanlığa ne vaad ediyor?” desek ne dersiniz. İlk aklıma gelen kelime; Huzur! Evet, darmaduman olan zihin ve gönül dünyamızı derleyip toparlamak, kulluk bilincine yeniden ulaşmak durumundayız. MÜMİN NUMAN MUNİS İLE SÖYLEŞİ