Tasavvuf büyükleri hakkında
bildiklerinizden istifade etmek
isteriz. Aklımıza takılan bazı şeyler
var. Tasavvuf nasıl ortaya çıktı;
tarikat kurucusu denildiğinde neyi
anlamamız gerekir? Bu zatların
sahabeyle olan bağlantısı nedir?
Bu üç soruyu tek bir çerçevede
cevaplayalım. Tasavvuf,
İslâm’dan ayrı bir sistem değildir.
Bilakis İslâm’ın zâhir ve bâtın ilimler
bütünlüğünde yaşanması için,
silsile yoluyla Allah Rasulü s.a.v.’e
kadar uzanan bir yoldur. Bugün s ık
duyduğumuz bir söz “Peygamber
Efendimiz s.a.v. zamanında
tasavvuf mu vardı?”. Tasavvufu
kendi etiketleriyle tanımlayanların
insan algısına hitabıdır bu. Tuhaf!
Kafalar bu yüzden karışık! Tasavvuf
Şeriat’ın, yani Kur’an ve Sünnet’in
istikamet üzere yaşanmasıdır,
tasavvuf ehli böyle tanımlamış.
Tasavvuf sonradan ortaya çıkmıştır
demek, sonradan ortaya çıkmış
bir şey. Diyeceksiniz ki o zaman
tarikat kurucusu ne demek! Silsile
üzerinden kendisine kadar gelen
usulleri kaidelere bağlayan zat
demek! Bu açıdan tarikat
kurucusu dediğimiz zat İslâm’ın
dışından bir usûl getirip “Bizim
yolumuz budur!” demez. Var olan
edepler bir yol içinde kaidelere
bağlanır. Uygulamaların her birinin
de dayanağı vardır. Halvet mi?
Allah Rasulü s.a.v.’e ilk vahyin
inzivadayken geldiğini
biliyorsunuz. Zikir mi?
Rasulullah’tan ve sahabeden,
hem gizli hem açık zikir için
verilecek bir sürü örnek var.
Sema konusunda Caferü’t-
Tayyar r.a. Efendimiz’in
sevincini cezb haliyle dışa
vurmasını hatırlayın.
Tabi bugün tasavvuf adına
insanların gördüğü kötü
örnekler de var, belki de bu
yüzden topyekünred yoluna
gidiliyor. Biz işi aslıyla
tanımladık; tarikatın temeli
zâhir ve bâtın bütünlüğüyle
Şeriat-ı Muhammediyye’dir.
“Bugün tasavvuf insanlığa ne
vaad ediyor?” desek ne
dersiniz.
İlk aklıma gelen kelime; Huzur!
Evet, darmaduman olan zihin
ve gönül dünyamızı derleyip
toparlamak, kulluk bilincine
yeniden ulaşmak
durumundayız.
MÜMİN NUMAN MUNİS İLE SÖYLEŞİ