Dilhane Mart Sayısı mart | Page 19

M. YASİN ÜSTÜN Doru renkli at, yaralı sahibinin kanıyla kızıla boyanırken saatlerdir sonsuz kum deryasında savruluyordu. Tepelerinde güneş bir mızrak boyu, cengâver ise hâlâ yarı baygın haldeydi. Nihayet atın da takati kesilince bir kum tepeciğinin eteğine yığıldılar. Zaman çölde ağını hızla örünce güneş de kızıla kesti. Doğu cihetinden esen bir rüzgârla cengâver biraz kendine gelip hâline bakınca sağ kolundan ve bacağından okla vurulduğunu gördü. Sonra o korkunç cenk meydanını hatırladı. Bin kişiye karşı sadece yetmiş kişiydiler. Buna rağmen yiğitçe dövüşmüşlerdi ve ona kimsenin bir metreden fazla yaklaşamadığını gören hilekâr düşman da ancak uzaktan okla vurabilmişti. Neticede işte burada, Sistan Çölü’nün meçhul bir yerinde ve ağır yaralı hâldeydi. Yorgun bakışlarını ufka çevirip ümitsizce bir şeyler aradı etrafta; bir karaltı, bir silüete de razıydı. Yok… Dönüp göğü gözledi, bulut yok, rüzgârların uğultusuna kulak verdi, ses yok… Çöl büsbütün sessizliğe gömülmüş, tarihin seyrini değiştirecek bu anı kaçırmamak için pür dikkat kesilmişti. Vakti geçtiği hâlde güneş dahi sanki artık batmıyor ve onu izliyordu. Cengâver başını eğip bakışlarını önünde gezdirirken yeniden daldı efkâr deryasına. Pekiyi yetişmiş, mahir bir savaşçı olduğunun farkındaydı ancak belli ki ayağı artık aksayacak, eli kılıç tutamayacaktı. Oysa henüz yirmi beşini yeni devirmiş ve kutlu bir yola baş koyup Hakk’a hizmete and içmişti. Bu davada Allah’tan sonra en büyük destekçisi bileğinin kudretinin kendisini çok erken terk ettiğini düşününce içi ürperdi, derununa dönüp çıkar bir yol aradı. Çocukluk ve gençlik yıllarında, babası Muhammed Taragay’ın dostu olan pek çok âlimden çeşitli dallarda ilimler tahsil ettiği dersleri düşündü, hocalarının nasihatlerini zihninde evirdi çevirdi… Galiba artık vücudu gibi zihni de bitkin düşmüştü ve bulanık bir sudan farksızdı. Zorlamayı bırakıp çaresizliği kabullendi, kalbini ye’is bürüdü. Dünyayı Değiştiren Karınca