9
Temmuz / 3 Sayı : 33
Ama biz Bursalılar bu kadar yüksekleri sevmeyiz. Yeşille içiçe yaşayalım, dikeye değil yataya yayılalım
isteriz. 3-5 katlı binaların balkonlarını bile çiçek bahçesine çeviririz. İki katlı ahşap evlerde büyümüş olmanın verdiği bir alışkanlıkla belki yüksek katlı
binalarda yeşilden uzak yaşamayı bir türlü hazmedemeyiz.
O yüzdendir belki rezidans tarzı binaların yeterince
talep görmemesi. Ya da yerleşik düzen seven ailelerin tercih etmemesi.
Meydan isteriz ama içine kaynamayın
Bu aralar yüksek binalar yapmak kadar ‘yıkalım yerine meydan yapalım’ hevesimiz de var. Meydan deyince aklımıza Moskova’nın Kızıl Meydan’ı, Paris’in
Champs Elysees’i, New York’un Times Square’i, Pekin’in Tiananmen’i geliyor değil mi?
Sonra da bizim Kent Meydanı’na ve eski Sigorta Binası’nın yerine yapılan, yanına da BTSO binası sokuşturulan, içine de iki tane yüzen taş kondurulan
meydana bakıyoruz. I-ıh, tutmuyor.
Ardından da yıkılması ve yerine meydan yapılması
planlanan Atatürk Stadyumu projesini düşünüyoruz.
“Eskiyen ve tehlike arz eden ne varsa yıkılsın, yerine
eskiyi aratmayacak olanı yapılsın. Altında otoparkıyla, yanında Kültür Parkıyla, çevresinde meydanı
meydan yapacak oluşumlarıyla olsun o meydan.
Stadyum Caddesi’nin hayaleti o malum bina gibi binaların gölgesi düşmesin yeni meydanın üzerine.
50’li yıllardan beri ayakta kalmaya çalışan, zaman
zaman elden geçirilen ama yine de köhnemekten
kurtulamayan stadyum tarih sayfalarına karışırken
hatırasına ihanet edilmesin. Eski ile eskimiş kavramları birbirine girmesin.” diyoruz.
Karşı pencere
Geçmiş yıllardan birinde National Geographic dergisinin bir sayısındaki kapak fotoğrafından uzun
süre gözlerimi alamadığımı hatırlıyorum. Bir gökdelenin gece halinin yakın çekimiydi o fotoğraf. Bazı
lambalar yanıktı gökdelende, bazıları karanlık. Ofislerin olduğu bir plaza mıydı burası, yoksa şimdilerde
bizim de pek merak saldığımız bir rezidans mıydı
bilmem.
Kimbilir kaç katlı binanın ışığı yanan pencerelerine
dalıp gitmişim. İçeridekiler belki o anda yemekte,
belki duşta, belki tartışıyorlar, belki gülüp eğleniyorlar, belki de tembel tembel televizyon izliyorlar. Çocuklular, bekârlar, evliler... Üst tüste bilmem kaç katlı
o binada kimbilir kimler kimler...
Göğü delen Gökdelenler
Amerika’da gökdelenin tarihi 30’lara
dayanıyor. New York’taki 1930 yılında tamamlanan
77 katlı, 319 metrelik Chrysler binası ile 1931 yılında
yapılan 102 katlı 381 metrelik Empire States en eskiler. ABD’deki gökdelen inşaatlarından akılda kalan o
meşhur fotoğrafı hatırlarsınız. Çelik bloklar üzerine
sıralanmış bir halde, kuşbakışı şehir manzarası eşliğinde, bacaklarını aşağıya sallandırmış ve öğlen yemeklerini yiyen bir gurup işçi. Şimdiyse, o günlerde
başlayan gökdelen sevdası ile Manhattan, gökdelenlerin adeta sıradanlaştığı, şehrin boyunun uzadığı,
adeta dev adamların yaşadığı bir başka dünya.
Ennn yüksekler…
Dünyadaki en yüksek gökdelen olan Burç Halife
2009 yılında yapılmış. 160katlı ve 818 metre yüksekliğinde. Ve tabii ki her şeyin EN EN EN’ini seven Dubai’de...
Gökdelen aslında gemicilikte geminin uzun direğine
verilen isim imiş. Bir binanın gökdelen olabilmesi
için de en düşük yükseklik 305 metre (1000 fit) olmalıymış.
Türkiye’nin ilk gökdeleni bu rakamların yanından
geçemeyen 143 metrelik boyu ve 29 katı ile 1991 yılında tamamlanan Sheraton Ankara görünüyor.
Daha sonraki yıllarda katlar arttıkça haliyle yükseklik
de artmış.
Şu anda en yüksek bina sıralamasında 4üncü sıradaolan,1995 yılında başlanıp 2000 yılında tamamlanan, 181 metre yüksekliğinde ve52 katlı İş
Kuleleri 2011’e kadar Türkiye’nin en yüksek binası
olma unvanını korumuş.
2011 yılında tamamlanan 66 katlı ve 261 metre yükseklikteki Sapphire of Istanbul ise şu anda en yüksek
bina sıralamasında 1. sırada.
Yine İstanbul’da Anthill Residence 1 ve 2, 54 kat ve
210 metre ile ikinci ve üçüncü sırada geliyorlar.
İzmir’de 2018 yılında tamamlanması planlanan Folkart Highlife ise 75 katlı ve 358 metre yüksekliği ile
Türkiye’nin en yüksek binası olmaya aday.
Gökdelenlerin teknik özelliklerini incelediğinde ya
da National Geographic kanalında yayınlanan Big
Constructions programını izlediğinde bu devasa binaların hepsinin birer mühendislik harikası olduklarını görüyor insan.
Nedir insanları daha yükseğini yapmaya heveslendiren diye düşünüyor sonra. Kendi küçüklüğünü
inkâr etmek midir? Doğaya karşı bir güç gösterisi
midir? Dünyaya imza atma hevesi midir?
Bu gidişle gökdelenlerden birisinin en üst katı ay’a
ulaşacak ve o kat ay’daki gökdelenin birinci katı olacak. Bu sayede de ay uyduluğunu bir kenara bırakıp
dünyayla çat kapı komşuluk yapacak.
Toprağa yakın olmalı insan
İçinde ofislerin bulunduğu gökdelenleri bir kenara
bırakırsak, yaşamak için toprağa yakın olmalı insan.
Yağan yağmurun ardından topraktan yükselen o kokuyu anında solumalı. Canı istedi mi ayakkabıları fırlatıp toprağa yalınayak basmalı.
Taş üstüne taş koyup sefertası gibi binalarda yaşamamalı.
Hadi Japonların yüksek binalar yapmasını anlayabiliyorum. Yerleri dar, oldukları yerde zor dönüyorlar.
Çareyi dikey yerleşimde bulmuşlar. Ya yeri olanlar?
Bizim 70’lerin özentisi apartmanlardan vazgeçmemiz biraz daha zaman alacak. Malum yazlıklarımız
yüksek, kışlıklarımız yüksek. Rüzgârlı tepelerde yaşamayı seviyoruz. Gittikçe de daha yükseliyoruz...
Evim evim güzel evim
Yazının sonunda sahibinden akıllı evlerin sunduğu
haddinden fazla konfor bazı şeyleri yok etmeyecek
mi diye