Kreşenko
4. Bölüm
Şaşkınlık Hamit’in gözlerinden tüm bedenine hızlıca yayıldı. Üstüne soğuk su
dökülmüşçesine toparlayarak düşüncelerini, elindeki bavullara sarıldı Ezgi’nin.
Pınar’la göz göze geldiler. Hiç de zamanı değildi ama kalbi aşkla çarpmaya
başlamıştı. Tüm güzel hisler kendisini teslim alıyordu. Otel kapısını aralarken,
bavulları yere bırakırken, ellerini birbirleriyle kavuşturup “Neler oldu?” derken
derin anlamlar yüklü bir şekilde baktı Pınar’a. Pınar, başlarından geçenleri bir
solukta anlatıp oturdu lobideki kanepeye. Pelin ve Hülya odalarından çıkıp
aşağıya indiler. Onlar olanları üstün körü dinlerken, hayal Osman ve Sami
abide öğrenmişlerdi merdiven başında sigaralarını dumanlarken.
Ezgi annesini alıp odasına geçti. Pelin ve Hülya’da odasına çekilince yalnız
kalmanın verdiği hürriyetle Hamit, yapıştı Ferit’in yakasına. “Başka bir şey oldu
mu?” diye sordu. Olanlar o kadardı. Derin bir nefes alıp kısık sesle öğrenmek
istediği şeyi başka bir soruyla yineledi; “Pınar’a o adam bir şey mi yaptı? O
yüzden mi döndüler?”. “Bilmiyorum Hamit abi, anlattıkları gibi işte. Zaten
yanıyorduk az daha ”
Olayın etkisi tüm otele yayılırken, bu etkiden nasiplenmeyen tek insan
yatağının köşesine oturmuş sigara içen Oğuz’du. Yusuf yeni kız arkadaşıyla
buluşmaya giderken, o yalnızlığına teslim etmişti kendisini. Sigarasının yarısına
geldiğinde sigara dumanının da yalnız kalmasına içerledi. Daha fazla
tükenmeden sigarası Zeki Müren’e sarıldı. Zeki Müren’in ses dalgaları ve sigara
dumanı havada birbirlerine karışırken Oğuz, “Ben yalnızım” sözlerini
olabildiğince içten tekrarlıyordu. Ne buraya nasıl geldiğini, ne dışarıdaki savaşı,
ne dün gece telaşla çıkıp giden Ezgi ve Ferit’i merak ediyordu. Sigara ve müziği
morfin gibi kullanmaya çalıştığı şu saatlerde aklına gelen tek şey dört duvar
arasındaki yalnızlığıydı.
Dışarıda insanlar, iyi kötü bir hayatın peşinden koşarken onun böylesine bir
hayatı yoktu. Her gün başka bir koşuşturmacadan kaçıp sığınabileceği bir diz,
rakıdan sarhoş olup da başını koyabileceği bir göğüs,hayatını adayabileceği bir
düş yoktu. Biten sigarasının ucundaki son ateşle ötekini yaktı. Şarkılar değişti,
sigaralar değişti ama yalnızlığı hiç değişmedi. Yatağın ucuna oturup da geçirdiği
saatlerden sonra açılan kapıdan içeri giren, sırıtık suratıyla Yusuf’tu. Oğuz’u
anlayabilecek hali yoktu. Şömine başında oturanlar, dışarıdaki soğuğu
hissedemezler. Oğuz’u hissetmek bir kenara bir de sevgilisini nerede, nasıl
öptüğünü, neler yaptıklarını utanmadan anlattı. Bir insanı sevmek, hobi olacak
kadar ayağa düşerse, yaşananları anlatmakta bu kadar sıradanlaşırdı zaten.
Oğuz, kendisine anlatılan tüm olayları dinlerken, Yusuf’un bunları hisleri
olmadan yaşadığını düşünmemeye çalıştı. Anlatılan her olaya, dudakların her
kavuşmasına manalar yükledi masumca. Böylesine düşündüğünde kendi
yalnızlığını da silip atmak istedi bir kadın bedenindeki silgiyle.
O anda aklına Pelin geldi. Aynı anda kapıdan çıktıklarında göz göze gelişleri,
çarşıda karşılaştıklarında birbirlerilerini görmenin gözlerden okunan sevinçleri,
sabah kahvaltısına ilk oturulduğu anda birbirlerine tebessümleri “Pelin” dedi.
“Olur mu acaba onunla sence?” diye sordu. Pelin, Yusuf’un teklif ettiği ve
olumsuz yanıt aldığı kızlardan sadece biriydi.