‘Parti'nin dünya görüşü, onu hiç
anlayamayan insanlara çok daha kolay
dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve
hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir
mısır tanesinin bir kuşun bedeninden
sindirilmeden
geçip
gitmesi
gibi,
yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.’
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, George
Orwell’in en ünlü romanı, distopik roman
türünde bir başyapıt, yazarın geleceğe ilişkin
bir kâbus senaryosudur. Kitapdaki ‘Big
Brother’ dünyada totaliter ve polisiye
yönetimin
en
bilindik metaforudur.
Orwell bizlere Büyük Britanya’nın, sözde
1 950 lerde, Doğu ve Batı arasında geçen
nükleer savaştan otuz sene sonraki halini
anlatır. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin
kontrol
altına
alındığı,
insanların
makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü
totaliter bir dünya düzeni, romanda
inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince
ayrıntısına kadar kurgulanmıştır.
Yazarın kurguladığı dünya ile günümüz
dünyasının
arasındaki
gerçeklerden
etkilenmemek mümkün değil, sonuçta
geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde
tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik
olduğu kadar gerçekçi bir romandır da aynı
zamanda.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini
hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıt ;
‘yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir
uyarı çığlığıdır.’
Hikaye 1 984’de Londra’da geçiyor, büyük
nükleer savaşlardan sonra dünya üç büyük
bloğa bölünmüştür ; Oceania, Eurasia ve
Eastasia. Bu üç büyük güç birbirleriyle
sürekli olarak savaştadırlar ve üçü de farklı
totaliter
rejimler
tarafından
yönetilmektedirler.
Yayınlandığı dönemde kitap sosyalizm
karşıtı olarak algılanmıştır ancak Orwell bu
iddaları 1 949’da yaptığı konuşmada
reddetmiştir , yazar kitabını şöyle
yorumluyor; "Yeni romanımda sosyalizme ya
da İngiliz İşçi Partisi'ne bir saldırı
kastetmedim, ama komünizm ve faşizmde
kısmen gerçekleşmiş bozukluklara değindim.
Kitabın konusunun İngiltere'de geçmesi
İngilizce konuşan ırkların doğuştan
diğerlerine göre daha üstün olmadığını ve
baskıcı rejimlerin karşı konulmadığı sürece
herhangi bir yerde zafer kazanabileceğini
vurgulamak içindir."