Bilakis Dergisi haziran sayısı Haziran 2014 | Page 16
AVUCUMDAKİ
SENFONİ
Sanırım
artık
yazamayacağım.
Kalemi
kâğıdın üzerine bırakma zamanı geldi. Bazen
Sağ elimle dişlerimin arasında tuttuğum
kalemle
ağzımın
içinde
kısa
zikzaklar
çiziyorum. İki dirseğim de masanın üzerinde.
Anlamsızca
gittikçe
beyazlaşan
kâğıda
bakıyorum. Her kahvaltı sonrası bir tablet
içmek
zorunda
sayesinde
kaldığım
sanırım
Risperidon
bütün
kâğıtlar
beyazlayacak, sonsuz bir bulanıklık alacak
gözlerimi. Neyse ki dikkatimi dağıtan, şu
üstünde kâğıtları ve dirseklerimi taşıyan
masam var. İçten içe de suçluyorum onu.
Masanın ayak demirlerinin arasında ayak
parmaklarımı dolaştırmadan duramıyorum.
Ayak parmaklarım o demirleri okşadıkça
mürekkep
kâğıda
akmıyor,
oluşmuyor.
Dişlerimin
kelimeler
arasındaki
kalem
gırtlağıma kaçacak gibi. Beyazsa gözlerimi
kör
ediyor.
Bu
içinden
çıkamadığım
huzursuzluk belki de haftada bir aldığım duş
kadar kirletiyor beni. Eğer bir şiir ya da bir
hikâye
yazsaydım
kendimi.
Bu
fikirlerime
içine
yalnızlığı,
ortak
serpiştirirdim
hiç
kimsenin
olmayışını
böler
parçalardım. En iyi sensin derdim kendime.
Belki
de
bir
şiirin
ortasından
to plardım
hayatımı. Böyle olmalıydı hayat dediğin. Yine
kendi cümlelerinden toparlanmalı insanın.
Fakat
bu
hastalık
düşüncelerimde!
lanetimdir benim!
cümlelerimde
Düşüncelerim
en
değil,
büyük
hafta
sonunun
dahi
düşünüyorum.
İnsanların
tıngırtılarından
sonra
olmadığını
anlamsız
birkaç
ağız
kâğıt
karalayacak sessizliğim olmalıydı. Ama ne
mümkün! Bir de annemin sabah on otuz
tıngırtıları. Ve sonrasında ona eşlik edecek
olan Dr. Riha Hanım ziyareti. Henüz yüzüme
su bile değmemişken insanların hayatımı
erkenden çalma sınırlarına girmek. Masanın
demirinden
ayaklarımı
parkenin
üzerine
salıveriyorum. O anda gözüme takılan tek
şey, işte o tek şey, bir Afrikalının su ve
yemeğe doyduğu o an gibi. En azından
benim
kadar
dudakları
kurumayan
bir
Afrikalı.
Masanın köşesindeki o fotoğraf. Şu odamda
küçücük perdelerin yarattığı o muhteşem
karanlığın arasından bir avuç sabah güneşi
vurmuş üstüne. Üç yıl önce üzerimizde
kırmızı
paltolarla,
sırılsıklam
yağmurun
altında çekildiğimiz fotoğraf bana bakıyor.
İronisle birbirimize sarıldığımız üç yaşında bir
fotoğraf. Tanrım, ne kadar da delice bir
dostum
vardı!
Vücudumuzun
her
yeri
yağmurla yıkanırken biz kameranın lensini
yüzümüze
tutmuş
parmak
uçlarımızdan
sızan suyla, aynı anda deklanşöre basmaya
çalışıyorduk.