Röportaj
cümlenin, her noktalama işaretinin üzerinde saatlerce
düşünüyorsunuz. Mesela “Hayalet Kitap”ta ben
markaları oradaki tüketim toplumunu eleştirmek amaçlı
kullanmıştım, daha sonra da bana markaların reklamını
yapıyor diye eleştiriler gelmişti. Türkiye’de maalesef bir
kitap çıkıyor, adam akıllı 1-2 defa eleştirilse kârdır diye
bakıyorsunuz.
Bu kitabı yedi senede tamamladığınızı biliyoruz. Yedi
sene bir roman için uzun bir süreç gibi görünüyor.
Bu süreyi kitap üzerinde daha fazla çalışabilmek için
özellikle mi uzattınız?
Tabi ki işlerim olması da bir etkendi ama asıl neden
kitabın kurgusunun çok karmaşık
olmasıydı. Labirentli ve hikâyenin
içinde hikâyeler olan
karmaşık bir yapısı
var bu romanın ve o
yapıyı bir bilinçaltı
yapısı şeklinde değil
gerçekten herkesin
anlayabileceği bir
şekilde anlatmaya
çalıştım. Bütün taşlar
yerine otursun istedim.
Bu kitapta yaklaşık
on tane yan hikâye
var, o hikâyelerin her
biri bir süreci gerektiriyor. O hikâyeleri ana hikâyeye
bağlamak da ayrı bir uğraştı. O on tane hikâyeden üçü
çok uzun hikâyeler ve onlardan bir tanesini ben komple
değiştirdim. “Dişi Korsanın Esrarengiz Hikâyesi” diye bir
hikâye var, aslında onun yerinde başka bir hikâye vardı.
İlk taslağı okuyanlar beğenmişti; ama bir türlü benim
içime sinmiyordu. Yayınevi ve editör kabul etti kitabı,
çok beğendiler; ama ben hala şüpheliydim ve daha iyisi
olabileceğini düşünüyordum. Aklıma bir gece bu hikâye
geldi, tabi bu şekilde bütün roman da değişmek zorunda
kaldı. Bu yaptığım son değişiklikti ama onun dışında
onlarca değişiklik yaptım hepsi bir süreci gerektirdiği için
yaklaşık altı-yedi sene sürdü.
Kitabın okuyucuya aktarmak istediği temel fikirlerini
kitabın ana karakterinden çok İrfan Kudret Akay
karakterinden duyuyoruz. Bu karakterde sizden izler
olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bence her yazarın yazdığı her karakterde o yazardan
bir parça olur. En kötü, en psikopat, en sapık karakterde
bile o yazarın karakterinden az ya çok parçası oluyor. O
yüzden bu kitapta da yazdığım birçok karakterde, hatta
eleştirdiğim ve zıttım gördüğüm birçok karakterde bile
benden izler var. Ama en çok benden iz olan karakter
romanın asıl, isimsiz, karakteridir. Baba karakteri benden
çok şey taşıyor.
Kitapta yer yer Charlie Chaplin’in “Modern
Zamanlar”ındaki gibi insanın makineleştirildiğini
betimleyen bölümler görüyoruz. Bu bağlamda kitapta eleştirdiğiniz asıl olgunun kapitalizm olduğunu
söyleyebilir miyiz?
Aslında eleştirdiğim şey, şu anda sistemin dayandığı her
şey. En başlıca kapitalizm, içinde bulunduğumuz sistem.
Artık bütün insanların vicdanını zorlayan, insanların
sorgulamaya başladığı bir sistem haline geldi. Yıllardır
kapitalizmi savunanlar bile bunu sorgulamaya başladı.
Onun dışında aslında
şu anki varoluşumuzun
dayandığı her şeyi,
zaman zaman abartarak
eleştirdim. Yönetim
şekillerinden inanç
sistemlerine kadar
kurcalanmadık şey
bırakmamaya çalıştım.
Cinsiyet kodları, banka
sistemi gibi her şeyi
kapsıyor.
Kitabın bir
noktasında ilk
insanların uyum
içinde yaşadığını
söyleyen yerler var. Bu anlama J.J. Rousseau gibi
insanların doğası gereği saf, temiz ve uyum içinde
yaşayan varlıklar olduğuna mı inanıyorsunuz ya
da en azından kitapta vermeye çalıştığınız ana fikir
insanların uyum içinde yaşamaları için bir sisteme
gerek olmadığı mıdır? Bu fikrin günümüzdeki
uygulanabilirliği sizce nedir?
Ben öncelikle romanların çok birebir net mesajlar vermemesinden yanayım ama beri yandan bu romanda
da tıpkı eski kült bilim-kurgu romanları gibi, “V for
Vendetta”, “Dövüş Kulübü” gibi alttan alttan önerilen
bir şey var o da bugüne kadar yürüyen sistemin yanlış
olduğu ve değiştirilmesi gerektiğidir. İnsanlara “Dünyayı
değiştirebilirsiniz!” mesajı veriyor.
Felsefi ve politik anlamda bu kadar derin konuları
neden fantastik bir hikâyede anlatma gereği duydunuz?
Bu tip derin konular daha önce de fantastik edebiyatta
kullanıldı. Sistemi eleştirmeye daha elverişli bir tür
olduğu kanısındayım. Örneğin Kafka’nın “Dava”sı gerçekçi bir yapıttır ve bürokrasiyi eleştirir ama “Dönüşüm”
daha fantastiktir ve varoluşu eleştirir. Sanki işin içinde
AŞİYAN
29