Aşiyan Dergisi | Seite 17

Bu, Beat Kuşağıdır* (This is the Beat Generation) PELİN SAVTAK Günümüze kadar ortaya çıkmış edebiyat akımlarını birbirinden bağımsız incelemek oldukça zordur. Bir edebiyat akımını incelemeye başlarken öncelikle, ortaya çıktığı ülkenin tarihi arka planı ve bu arka plandan gerek aynı doğrultuda gerekse ona karşı yönde beslenen insanlarını ele almak esastır. Daha sonra kendiliğinden gözlemleyeceğimiz şey birbirini besleyen akımların giderek farklılaşarak bir başkasını oluşturduğu, fakat bununla beraber bu oluşumlara karşı duran bireylerin bu sırada alternatif fikirler oluşturduğudur. 1950’lerin Amerika’sına baktığımızda gördüğümüz İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış manevi gücü tek yönde ilerleyen bir ülkedir. Bir yandan bilimin çağıran sesi, teknoloji gibi sempatik görünen gelişmelerin nükleer silahların kötüye kullanımıyla yarattığı sorular, bir yandansa ülkenin sanayileşmeyle birlikte ayağa kalkan ekonomisi… Adeta bir buhranı gözlemliyoruz 1950’lerin Amerika’sında. Kilit nokta şu; sosyal yapısını dikkatle incelediğimiz Amerika’da gençler orta sınıf değerlerine bağlı, kendileri için beklenenden fazlasını yapamayacak kadar rahatı yerinde hayatlar yaşıyorlardı. İşte tam da bu ortamda bir arada olan bir grup arkadaş geri kalanın rahatını kaçırma potansiyeli yüksek şeyler düşünüyor ve yazıyorlardı. Bireyselliklerini, özgürlüklerini yeniden toparlamaya çalışan bu grup, yaşadıkları uygarlığa sinsice göz kırparak başladıkları işlerine geleneksellikten tamamen sıyrılmak düşüncesiyle derinden devam ettiler. Bu grubun temel taşları Jack Kerouac, Allen Ginsberg ve William Burroughs idi. Bunlarla birlikte Gary Snyder, Neal Cassady gibi isimler de bu kuşaktan sayılır. Kuşağa öncülük eden kitaplar ise Kerouac’ın ‘On The Road’u (Yolda) , Ginsberg’in Howl’u (Uluma) ve Burroughs’un ‘Naked Lunch’ıdır. (Çıplak Şölen) Kitaplar okuyucuya alternatif bir dünyada oldukları hissini vermeyi çok iyi başaran ve yıllardır et- Yanlı Görüş kilerini koruyarak bugüne gelen, bazıları içinse geceyi aydınlatıp zihnin derinliklerinden sorgulayıcı her türlü malzemeyi o aydınlığa çıkartan kitaplar. Grup üyeleri özellikle Uluma’nın okunması ve giderek yaptıklarının duyulmasıyla birlikte müstehcenlik, eşcinsellik, uyuşturucu madde kullanımı gibi gerekçelerle tutuklanmaya giden tartışmalı bir yola giriyorlardı. Amerikan edebiyatının da tıpkı Türk edebiyatındaki gibi birbirinden beslenerek ilerleme dediğimiz etkileşimleri olmuştur. Okudukları arasında Amerikan Romantik Çağının en önemli yazarları arasında gösterilen William Blake vardı. Daha sonraları ‘bir tımarhane kaçkını’ şeklinde tanımlanmasına sebep olacak bir dobralıkla yazılar yazan ve yazılarında seksi yücelten Walt Whitman ve entelektüalizme bir protesto şeklinde ortaya çıkmış transandantalizm akımının önemli yazarlarından Henry David Thoreau okudular. Giderek istedikleri, orta sınıfın tekdüze değerlerinden arınmış, yepyeni ve özgürlük barındıran bir hayat olmuştu fakat yazılarına ve hayatlarına karşı tepkilerin hiç de onlar için ilham verici olduğu söylenemez. Birçok eleştirmen onların kanun ihlalleri yapan bir grup boşta gezen olduğunda hemfikirdi. Elbette ki onlara destek verenler de yok değildi. Ginsberg’in Uluma adlı şiiri okunduğunda bazı eleştirmenler ve yayıncılar onun edebi değerini savunacak ve yargıç şairin düşüncelerini özgürce dile getirme hakkının olduğuna karar verecekti. Bununla beraber onların yaptığı da günlük hayatın sıradanlığından çekilip kendi özgürlükleriyle birlikte yaşamaktı. Belki yalnızdılar ve desteklenmiyorlardı ama o sessizlikte önemli işler ortaya çıkardılar. Giderek kendi içlerine çekilmelerinin sonucu olarak içinde aile, toplum, iş-güç gibi kavramları barındırmayan dünya gezileri başladı. Bazılarının ‘serseri’ hayat diye tabir ettikleri şekilde yaşıyorlardı. Kerouac ‘Yolda’ adlı romanında kural tanımayan, hayatın güzelliklerine odaklanan, uyuşturucuyu, cazı, macerayı ve seksi seven bu gençlerin hikayelerini anlatıyordu. Amerika yollarında hayatlarını sürdüren bu gençler için yolculuk ve caz AŞİYAN 17