Bu, Beat Kuşağıdır*
(This is the Beat Generation)
PELİN SAVTAK
Günümüze kadar ortaya çıkmış edebiyat
akımlarını birbirinden bağımsız incelemek oldukça
zordur. Bir edebiyat
akımını incelemeye
başlarken öncelikle,
ortaya çıktığı ülkenin
tarihi arka planı ve bu
arka plandan gerek
aynı doğrultuda gerekse ona karşı yönde
beslenen insanlarını
ele almak esastır. Daha
sonra kendiliğinden
gözlemleyeceğimiz
şey birbirini besleyen akımların giderek farklılaşarak
bir başkasını oluşturduğu, fakat bununla beraber bu
oluşumlara karşı duran bireylerin bu sırada alternatif
fikirler oluşturduğudur.
1950’lerin Amerika’sına baktığımızda gördüğümüz
İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış manevi gücü tek yönde
ilerleyen bir ülkedir. Bir yandan bilimin çağıran sesi,
teknoloji gibi sempatik görünen gelişmelerin nükleer
silahların kötüye kullanımıyla yarattığı sorular, bir
yandansa ülkenin sanayileşmeyle birlikte ayağa kalkan
ekonomisi… Adeta bir buhranı gözlemliyoruz 1950’lerin
Amerika’sında.
Kilit nokta şu; sosyal yapısını dikkatle
incelediğimiz Amerika’da gençler orta sınıf
değerlerine bağlı, kendileri için beklenenden
fazlasını yapamayacak kadar rahatı yerinde hayatlar yaşıyorlardı. İşte tam da bu ortamda bir
arada olan bir grup arkadaş geri kalanın rahatını
kaçırma potansiyeli yüksek şeyler düşünüyor
ve yazıyorlardı. Bireyselliklerini, özgürlüklerini
yeniden toparlamaya çalışan bu grup, yaşadıkları
uygarlığa sinsice göz kırparak başladıkları işlerine
geleneksellikten tamamen sıyrılmak düşüncesiyle
derinden devam ettiler. Bu grubun temel taşları
Jack Kerouac, Allen Ginsberg ve William Burroughs idi. Bunlarla birlikte Gary Snyder, Neal
Cassady gibi isimler de bu kuşaktan sayılır. Kuşağa
öncülük eden kitaplar ise Kerouac’ın ‘On The
Road’u (Yolda) , Ginsberg’in Howl’u (Uluma) ve
Burroughs’un ‘Naked Lunch’ıdır. (Çıplak Şölen)
Kitaplar okuyucuya alternatif bir dünyada oldukları
hissini vermeyi çok iyi başaran ve yıllardır et-
Yanlı Görüş
kilerini koruyarak bugüne gelen, bazıları içinse geceyi
aydınlatıp zihnin derinliklerinden sorgulayıcı her türlü
malzemeyi o aydınlığa çıkartan kitaplar. Grup üyeleri
özellikle Uluma’nın okunması ve giderek yaptıklarının
duyulmasıyla birlikte müstehcenlik, eşcinsellik,
uyuşturucu madde kullanımı gibi gerekçelerle tutuklanmaya giden tartışmalı bir yola giriyorlardı.
Amerikan edebiyatının da tıpkı Türk
edebiyatındaki gibi birbirinden beslenerek ilerleme
dediğimiz etkileşimleri olmuştur. Okudukları arasında
Amerikan Romantik Çağının en önemli yazarları arasında
gösterilen William Blake
vardı. Daha sonraları ‘bir
tımarhane kaçkını’ şeklinde
tanımlanmasına sebep
olacak bir dobralıkla yazılar
yazan ve yazılarında seksi
yücelten Walt Whitman ve
entelektüalizme bir protesto şeklinde ortaya çıkmış
transandantalizm akımının
önemli yazarlarından Henry
David Thoreau okudular. Giderek istedikleri, orta sınıfın
tekdüze değerlerinden
arınmış, yepyeni ve özgürlük barındıran bir hayat olmuştu fakat yazılarına ve
hayatlarına karşı tepkilerin hiç de onlar için ilham verici
olduğu söylenemez. Birçok eleştirmen onların kanun ihlalleri yapan bir grup boşta gezen olduğunda hemfikirdi. Elbette ki onlara destek verenler de yok değildi. Ginsberg’in
Uluma adlı şiiri okunduğunda bazı eleştirmenler ve
yayıncılar onun edebi değerini savunacak ve yargıç şairin
düşüncelerini özgürce dile getirme hakkının olduğuna
karar verecekti.
Bununla beraber onların yaptığı da
günlük hayatın sıradanlığından çekilip kendi
özgürlükleriyle birlikte yaşamaktı. Belki yalnızdılar
ve desteklenmiyorlardı ama
o sessizlikte önemli işler
ortaya çıkardılar. Giderek
kendi içlerine çekilmelerinin
sonucu olarak içinde aile,
toplum, iş-güç gibi kavramları
barındırmayan dünya gezileri
başladı. Bazılarının ‘serseri’
hayat diye tabir ettikleri
şekilde yaşıyorlardı. Kerouac
‘Yolda’ adlı romanında
kural tanımayan, hayatın
güzelliklerine odaklanan,
uyuşturucuyu, cazı, macerayı
ve seksi seven bu gençlerin
hikayelerini anlatıyordu.
Amerika yollarında
hayatlarını sürdüren bu gençler için yolculuk ve caz
AŞİYAN
17