ba�arılı olmayalım ki? Bir tek sorun var, bizim kim olduğumuzu daha bilen yok. Öyleydi.
- Alman kabareciliğinde, Alman mizahında sanki bir Türk kalkınma yardımı var... Böyle diyebilir miyiz? �İNASİ DİKMEN- Evet, diyebiliriz. Çünkü biz Almancaya, bu dilde daha önce olmayan resimleri, deyimleri, ki�ileri, Almanların varlıklarından haberdar olmadıkları, aslında gördükleri ama varlıklarını algılayamadıkları tipleri getiriyoruz. �unu diyoruz: �Biz buradayız, beni görmemene imkan yok arkada�ım! İ�ine gelir veya gelmez, ama ben manav olarak buradayım, berber olarak buradayım, çöpçü veya entelektüel olarak da, kabareci olarak da buradayım. Ben bu ülkenin insanıyım. � Böyle diyoruz. Aslında bizim bu ülkeye yaptığımız en büyük katkı, o. �Was guckst du lan? � diyoruz. Türkçenin �Ne bakıyosun lan? � deyimini Almancaya soktuk. Böyle bir ifade daha önce yoktu ki Almancada. Dilin kalitesi, yani getirdiğimiz �eylerin kalitesi elbette tartı�ılır, ama dil sonuçta kabul edilen bir �eydir. Bir ifade bir dilde kabul edildiği anda, o dilin kalitesi artmı�tır. Dil dı�arıdan bir �eyi, gelen etkilerle ve zorla kabullenmez. Belli bir dili konu�an insanlar, yabancı dillerden bazı ifadeleri alıyorlarsa, zenginle�tirilmi� bir dille kar�ı kar- �ıya kalırız. Almancada Latince var, Fransızca var, �imdilerde daha çok İngilizce var, ama kusura bakmasınlar Türkçe de var. Kebabı, lahmacunu, döneri, yoğurdu getiriyorsun... �Was guckst du? � demez ki Alman, ama bu ifade girmi�se dile, birilerinin bunu getirmi� olması lazım...
- Almanların gülme biçimlerine müdahale mi etmi� oldunuz? �İNASİ DİKMEN- Gülme biçimlerini zenginle�tirdik, ona hiç �üphe yok. 1985�te ilk kez Muhsin Omurca ile birlikte sahneye çıktığımızda, Almanlar bu iki Türk�e gülmeye ba�ladı. İ�te biri çok entegre olmu�, diğeri entegre olmuyor... Entegre olmayan entelektüel bir Türk�tü, entegre olan da salağın tekiydi. Bizim orada söylemek istediğimiz �ey �uydu: Kendi benliğine güveni olmayan hemen kaybolur, kendi benliğine güveni olan da bu ülkeyi kabullenir. Dediğimiz gibi de oldu. Kendi benliğine güveni olan insanlar bu ülkeyi kabullendiler, ama kendileri kaybolmadı. Kendilerine güveni olmayanlar ise kayboldu. Ne Türklükleri kaldı ne Alman olabildiler. Bunu getirdik. Bu arada Almanlara belli tiplere gülme hakkını da vermi� olduk.
- Ne gibi?
�İNASİ DİKMEN- Yani ırkçılığın ba�ka bir türü de olabilir, dedik. Ama bu ırkçılık, bizim sahnede ırkçılık duygusunu ya�attığımız �eyler, içimizdeki ırkçıyı gitgide öldürüyor. Bu mesajı verdik Alman seyirciye. �Sizin bir parçanızız� dedik. Böyle yardım ettik, ama bu kalkınma yardımının faizlerini alamıyoruz. Bundan �ikayetçiyiz.
- Kendinizi hangi noktalarda Alman kabarecilerden daha farklı görüyorsunuz? Sonuçta“ ieter Hildebrandt gibi bir dev de Alman toplumunun çocuğu... Sizin farkınız? �İNASİ DİKMEN- Biz ba�ka bir dili Almanların dü�ünce hayatına sokuyoruz. Bu, önce seyirciyi bir rahatsız ediyor. Çünkü, mesela Dieter Hildebrandt, o kar- �ısındaki seyircinin Dieter Hildebrandt�ın bildiklerini bildiklerinden hareketle sahneye çıkıyor. Biz ise Alman seyircinin bir �ey bilmediğinden yola çıkıyoruz. Alman�a �Sen Türkler hakkında hiçbir bok bilmiyorsun, ama ben sana öğreteyim� diyoruz. Çıkı� noktamız bu. Böylece Alman�ın Türk bilgisini tamamlıyoruz. Türkiye hakkında, buradaki insanlarımız hakkında bilgi veriyoruz. Örneğin İslam hak-
15