Londra ’ da doğum sancıları yaşanırken 1971 yılında İngiltere ’ nin bir başka noktasında Andrew Latimer önderliğinde , “ King Crimson ’ un kuzeni ” şeklinde tanımlayabileceğimiz bir grup kuruldu . Pek çoğumuz bu grubun ismine malum nedenlerden dolayı fazlasıyla aşinayız : Camel . Bu konuya esprili bir şekilde tepki gösteren grubun ismini karşınızdaki insana sorduğunuzda alacağınız cevap aracılığıyla genel kültür düzeyi ve ilgi alanları ile igili genel derecede bilgi sahibi olabilirsiniz . Öte yandan David Gilmour ’ un gruba katılmasıyla saykadelik rock ’ tan progresif sulara geçiş yapan Pink Floyd da 1973 yılında yayınladığı “ The Dark Side Of The Moon ” albümü ile bu alanda da ne kadar başarılı olduğunu gösterdi . 80 ’ li yıllara geldiğimizde , 70 ’ leri gelişerek ve tecrübe edinerek geçiren Rush , “ Moving Pictures ” ile çığır açtı . Enstrüman hakimiyetlerini bizlere cömertçe gösteren grup , günümüzde “ power trio ”, yani “ üç kişilik müzik grubu ” kavramının sözlükteki tanımıdır diyebiliriz . İlerleyen yıllarda ise metal müziğin yükselişi ile pek çok yeni ismin doğuşuna şahitlik edecektik . Bu dönemin ufak bir özetini oluşturmak istersek , bireysel yeteneklerden önce genel orkestrasyona önem veren grupların daha tatlı ve organik bir dinleme deneyimi sunduğunu söyleyebiliriz .
Yeni Yüzler , Yeni Sesler : 1990-2010 dönemi Pek çok müzik türünün dirsek teması içerisinde olduğu dönemi hak ettiği değeri tam anlamıyla görememiş olan Cynic ile açıyoruz . Öncesinde bir başka efsanevi grup Death ’ te çalmış iki isim ; Paul Masvidal ve Sean Reinert ’ in çocukluklarından bu yana süregelen arkadaşlıklarını tecrübeleri ile harmanladıkları ilk albümleri “ Focus ”, bizleri yer yer metalin en sınır tanımaz uçlarına sürüklerken kimi zaman da nezih bir caz dinletisi ile baş başa bırakıyor . İlerleyen yıllarda bizleri , yeteneklerini kanıtlamakta olan isimler bekliyor : Opeth ve Dream Theater . Ülkemizde de büyük bir dinleyici kitlesi bulunan Opeth , hayranlarını iki gruba ayıran dramatik müzikal değişim döneminden çok uzaklardaki diyarlarda bir ayağı ekstrem metale uzanan müziği ile karşımızda iken diğer yandan bu sanatın inceliklerini dünyanın en ünlü ( büyük ihtimalle aynı zamanda en iyi ) müzik okulunda , Berklee ’ de öğrenen Dream Theater “ En ünlü progresif metal grubu hangisidir ?” sorusu karşısında ismini haykırırcasına tüm dünyaya duyuruyordu . Yeni milenyuma girdiğimiz sıralarda The Mars Volta ve Mastodon geleceği selamlıyordu . Köklerini saykadelik rock ile besleyen The Mars Volta , Latin müziğini 70 ’ lerin ruhunun modern bir yansıması halinde bizlere sunuyordu . Günümüzde aktif olmayan grubun konser performansları da dillere destan ( dı ).
14 Aidiyet