Aşiyan Dergisi | Page 36

Öykü sadece kendim kadar değil. Bir gün gelmezse bana ölürdüm, bir gün gelmezse bana, kalırsa o adamla çeker giderdim bir ağıt gibi, önce yıkar devirir tüm mahalleyi, sonra çıt çıkarmadan kaybolurdum gözlerden. Bir gün giderse bir halattı O’nun nefesi, boynumu sarmalayan ama öldürmeyen sadece can çekiştiren. Bir kırbaçtı parmakları, göğüs kafesimi kıran, parçalayan. Gittiğini hiç söylemedi bana, zamanla anladım. Yerini yalnızlık doldurmaya başlayınca, zamanla başka kadınlar doluştukça bu odaya. Acıydı O’nun gidişi hem de ne acı... Sert bir içki gibi tek yudumda yırtan boğazımı… O’na hiç “kal” dememe izin vermedi, biliyorduk ikimiz de bu kozalağın da bir gün çatlayacağını ve tüm imkânsızlığını bir zehir gibi akıtacağını. Durgun bir göldü O’nun yüreği, ne bir yaprak düşerdi üstüne, ne bir yağmur damlası. Öylece suskun, ürkek ve derin… Sonra benim yılmaz sevdam düştü tam ortasına. Sesi denizlerden, okyanuslardan duyuldu. Ama bu kadarmış benim yaşlarım, o gölle beraber biz de aktık, kuruduk ve yok olduk. Büsbütün salıverdik. Şimdi hâlâ o adamla mı diye düşünüyorum da ne fark eder? O dudaklar mosmor benim hayallerimde, o eller kırış kırış, o gözler oyuk, içleri boş, saçları dökülmüş yok, o kadın bir harabe, o kadın bir darbe, o kadın bir kadın sadece gözümde. Tuttuğum kalem kâğıt kadar vefalı değilmiş benim sevdam, affedemedi gidişini, affedebildiği kadar eksiksiz gelmeyişini. Savaşamadı tutkularıyla, göremedi düşmanının bir sel gibi usul usul çoğalarak ve arkadan nasıl sinsice ona yaklaştığını. Bir başka kadını sevebilir miyim bir daha böyle hiç üşümeden, yorgun düşmeden, pes etmeden, karşılık beklemeden? Bir kadını sevebilir miyim böylesine ekşi limon tadında, suratım buruş buruşken. Kaç şehir geçerse geçsin bu siyah odadan, kaç kadın değerse değsin onun ıslaklığını yalayıp durduğum dudaklarıma yine de sevebilir miyim bir başkasını? Koyu yeşil bir yosun olsa da saçları birbirine karışmış arasında denizanaları, yine de hep kızıl okşayacak gözlerim, kızıl yazacak ellerim bundan sonraları. Bir başka kadının daha bedenini özleyebilir miyim böyle? Görsem de görmesem de aynı hınçla, damarlarım titreyene ve kemiklerim bir enkaz olup yere paldır küldür yığılana kadar isteyebilir miyim? Yataktaki kadın kımıldadı. Bana bakıp gülümsediğini hissettim. Hayır, O’nunki gibi bir gülümseme değil. Ama belki de çok yakın, bir milim kala O olmasına. Yine de kaç kadın geçerse geçsin o değil hiçbiri biliyorum. Kendimi bile inandıramadığım şey de bu: Ben deniyorum, belki yine ona rastlarım başka kadınlarda diye. Kimisinin eli, kimisinin kahkahası, kimisinin çene kemiği benziyor ona. Başta ne kadar kızsam da O’na benziyorlar diye sonra bir çocuk gibi teslim oluyorum. Karanlıktayken 36 AŞİYAN O’ymuş gibi hissediyor, düşünüyor, öyle sevişiyorum. Her şeyiyle tadına varamasam da O’nun her gece başka bir cazibesinin tadı kalıyor dudaklarımda. Kadınlar, güzel kadınlar… Bir gün giderlerse çok ağlayacağım hepsinin arkasından. Sırf beni O’nun hayallerini kurmaya mecbur bıraktıkları, O’nun gelmeyeceğini hatırlattıkları için. Yok, yok durun bir dakika. Kapı aralık kalmış, bakın bir umut daha giriyor içeri. O da gelir mi ki arkasından geri? Yataktaki kadın kımıldanıyor. Tiz sesi yırtıyor sessizliği. “Bari bu gece gel de uyu, söz sarılmadan, seni sarmadan duracağım bu tek kişilik yatakta. Ve sen hayalindeki kadınla sevişirken gözlerimi kapayıp susacağım. Hele bir etraf biraz aydınlansın çeker giderim zaten bu karanlıktan.” Kalkıp gidiyorum yanına. Bacaklarım çıplak, ayaklarım üşüyor. Ha düştü ha düşecek yere yüreğim, bedenim, hayallerim. Yetinemedim, başaramadım annem gibi, babam gibi ben de yenildim tutkal zaaflarıma. Titriyorum. Son kez şunlar geçiyor aklımdan, ama dökülmüyor masanın üstünde bıraktığım kâğıda: Ne var üstümde geceleri? Neyin yalnızlığı bu? Çok şey mi istiyorum? Gözlerimi kapasam yeter oysaki yapamıyorum. Seni yumamıyorum, yapamıyorum. Sen gittiğin uzakları kendine yakıştırıyorsun, bu sokak çocuğunu değil, bu yüzü gözü is içinde sevdayı değil. Bana da yer açın o sofrada çok değil, biraz daha, belki birkaç gün, birkaç hafta. Ne var üstünde geceleri? Hangi şehrin gün batımı bu giydiğin? Dur kal öyle, o beyaz teninin kahve kokusunu alıyorum. Bir orkestra yürüyor senin kokunun zerreciklerinde, bütün sesler kafamın içinde yankılanıyor, melun bir tat kulaklarımda, kimyona benziyor. Çarpık ayaklarıma tünemiş zift gibi bir yükle sana doğru koşmaya çalışıyorum. Koşuyorum, koşuyorum sana hiç ulaşamayarak... Yol boyu hiç ışık yok. Neyin karanlığı bu? Neyin siyahlığı? Sen söyle bana, gittiğin yer bıraktığın yerden daha mı aydınlık? Gittiğin yeri aydınlatan sen misin yoksa?