8 8 | Page 27

Östlund’un zaman zaman Kare’nin temsil ettiği “içinde yer alan her- kesin eşit olduğu” fikri üzerinden, toplumu ve daha çok burjuva kav- ramıyla anılan modern sanat dün- yasını neredeyse konvansiyonel denebilecek yöntemlerle eleştir- mesi (takım elbiseliler ile dilen- cileri aynı kadraja koymak ya da sergiye gelen insanların yemeği eserlere tercih etmesi gibi) filmin genel havası içinde sönük duruyor. Bunun yanı sıra yönetmenin, eleş- tiri oklarını gereğinden fazla kav- rama yönlendirmesi filmi ikinci yarıdan sonra daha didaktik bir hale büründürse de Elisabeth Moss’un yer aldığı kısa süre bo- yunca filme sağladığı katkı, mizahi göndermeler ve seyirci üzerinde unutulmayacak bir etki bırakan sahneler filmi tekrar tekrar izle- me isteği uyandırmıyor da değil. THE KILLING OF A SACRED DEER The Lobster’dan (2015) beri Ame- rikan sularında ilerlemeye devam eden, “The Weird Greek Wave”in temsilcilerinden, Yorgos Lanthi- mos; adını ve hikayesinin temelini trajik bir Yunan mitinden alan son filmi The Killing of a Sacred Deer ile izleyicisine kendisinden bekle- nen rahatsız edicilikte fakat aynı zamanda aile ve şiddet temaları sebebiyle Haneke’nin Funny Ga- mes’ini anımsatan bir film sunuyor. Yorgos Lanthimos Nicole Kidman, Colin Farrell ve son olarak Dunkirk’teki performansıyla hatırladığımız Barry Keoghun’ı bir arada izlediğimiz filmde başarılı bir kalp cerrahı olan Steven Murphy (Colin Farrell), göz doktoru karısı Anna (Nicole Kidman) ve iki çocuk- larının kusursuz bir hayatı vardır.