Östlund’un zaman zaman Kare’nin
temsil ettiği “içinde yer alan her-
kesin eşit olduğu” fikri üzerinden,
toplumu ve daha çok burjuva kav-
ramıyla anılan modern sanat dün-
yasını neredeyse konvansiyonel
denebilecek yöntemlerle eleştir-
mesi (takım elbiseliler ile dilen-
cileri aynı kadraja koymak ya da
sergiye gelen insanların yemeği
eserlere tercih etmesi gibi) filmin
genel havası içinde sönük duruyor.
Bunun yanı sıra yönetmenin, eleş-
tiri oklarını gereğinden fazla kav-
rama yönlendirmesi filmi ikinci
yarıdan sonra daha didaktik bir
hale büründürse de Elisabeth
Moss’un yer aldığı kısa süre bo-
yunca filme sağladığı katkı, mizahi
göndermeler ve seyirci üzerinde
unutulmayacak bir etki bırakan
sahneler filmi tekrar tekrar izle-
me isteği uyandırmıyor da değil.
THE KILLING OF A SACRED DEER
The Lobster’dan (2015) beri Ame-
rikan sularında ilerlemeye devam
eden, “The Weird Greek Wave”in
temsilcilerinden, Yorgos Lanthi-
mos; adını ve hikayesinin temelini
trajik bir Yunan mitinden alan son
filmi The Killing of a Sacred Deer
ile izleyicisine kendisinden bekle-
nen rahatsız edicilikte fakat aynı
zamanda aile ve şiddet temaları
sebebiyle Haneke’nin Funny Ga-
mes’ini anımsatan bir film sunuyor.
Yorgos Lanthimos
Nicole Kidman, Colin Farrell ve son
olarak Dunkirk’teki performansıyla
hatırladığımız Barry Keoghun’ı bir
arada izlediğimiz filmde başarılı bir
kalp cerrahı olan Steven Murphy
(Colin Farrell), göz doktoru karısı
Anna (Nicole Kidman) ve iki çocuk-
larının kusursuz bir hayatı vardır.