ZELZELE
Babaannem anlatırdı hep ben küçükken o bütün düzenlerini,
hayatlarını değiştiren günü. Ben hatırlamıyorum
anlattıklarını ama bababannem vefat edince de babamdan
defalarca dinledim o hikayeyi. 1966’da yalnızca üç
yaşındaydı fakat o da büyüklerinden dinleye dinleye hatırlar
kadar olmuş. 19 Ağustos Varto depreminden sonra
haritada yerlerini bile gösteremedikleri bir yerde yeni bir
hayat kurmaya yola çıkmışlar. Hem de başlarında erkeksiz..
Dedem depremde hayatını kaybetmiş. Babamın amcası
da herkesi toplayıp bir arkadaşının yanına, Adana’ya
göç etmiş ama kaçmakla unutulmuyor yaşananlar. Deprem
anı bir an olsun akıllarından çıkmamış.
pelerdeki taşlar yuvarlanıyordu. Zar zor sağdığım sütü
yere atıp koşmaya başladım. Yavrularımı kurtardım ama
Şah İsmail’im evdeydi ve oracıkta can verdi. Biz kurtulanlar
çok şanslıydık. Hayatımızı depremin gündüz vakti
olmasına borçluyduk. Sanki ölmemiz gerekiyordu ama
Allah son anda değişiklik yapmıştı.”
Dokuz çocuğu olan babaannem sekizini toplayıp büyük
kızını, halamı unutmuş ve görünce şaşkınlıktan “Sen de
mi vardın?” demiş. Çocuk psikolojisinden anlamadığı
için kızına bir güzel anlatmış “Ben seni depremde unuttum”
diye. Depremde yok olanların yanında bunlar bir
şey değil tabi... Psikoloji boş şey ölümün yanında. O öyle
bir afet ki bütün Varto yerle bir olmuş. Dağda olmayan
hayvanların hepsi ahırlarda boğulmuş.
19 Ağustos 1966 babam için, kardeşleri, annesi ve hatta
bütün sülalesi için bir milattır. Daha önce adını bile duymadıkları
Adana onlar için yeni bir hayat gibi gözükse de
kimi zaman bambaşka acılar yaratan buruk bir başlangıçmış.
O cehennem gibi, güneşin tepeden hiç eksilmediği
şehre hiçbir zaman kendilerini ait hissetmemişler. Öyle
ki senelerce kışları kar bile beklemişler. Çok kez köylerine
geri dönmek istemişler ki dönmüşler de ama o zamandan
sonra tekrar tutunmak daha da zormuş. Misal
babam ilkokulu Varto’da bitirip Adana’ya geri dönmüş.
Üniversite okumak için, para kazanmak için çok acılar
çekmiş Adana’da. Günlerce, yıllarca kan ter içinde çalışmış
ama nafile... Okuyamamış. Şöyle böyle tutunmuşlar
orada yaşama. Bu hikayeyi, yokluk içinde geçen zamanları,
depremin altüst ettiği yaşamları dinledikten sonra
daha iyi anlarım Cemal Süreya’nın “Afyon Garındaki” şiirinin
satırlarını:
Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani,
Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı;
Varto depremini düşün, yardım olarak Batı´dan
Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sütyeni.
Babaannem “mallar”daymış deprem sırasında. Yani süt
sağmaya sürünün yanına çıkmış dağa. Anlatırmış ki: “Güneş
tepede, sıcak normal bir sıcak değil, kavruluyoruz.
Ağustosun ortası ama bizim oralar zor ısınır, o gün yanıyorduk
vallaha. Havada tek bir bulut yok and olsun ki. Bir
de aksi gibi hayvanlar durmuyor ki sağayım. Hissetmişler
demek ki nasıl canlılarsa.. Uğraştım uğraştım sağabildiğim
kadar sağdım sonra yeter dedim köye inmeye başladım.
Öyle bir andı ki yer altımdan kaydı resmen. Martta
bir zelzele daha olmuştu ama bunun yanında hiçbir
şeydi. O zaman bizim köyden kimseye bir şey olmamıştı
şükür. Meğer yazın ortasında gidecekmiş bizim canlarımız...
Köyden tozlar dumanlar yükseliyordu. Yüksek te-
Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti,
Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sütyeni,
Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın;
Tanrım gerçekten çocukluk günlerinizde mi? ..
Eşiklere oturmuş bir dolu insan
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Cemal Süreyya
Elsu Doğa İNCESU
10-A
14
THE CLAPPER 2015 - 2016