2015-2016 | Page 14

ZELZELE Babaannem anlatırdı hep ben küçükken o bütün düzenlerini, hayatlarını değiştiren günü. Ben hatırlamıyorum anlattıklarını ama bababannem vefat edince de babamdan defalarca dinledim o hikayeyi. 1966’da yalnızca üç yaşındaydı fakat o da büyüklerinden dinleye dinleye hatırlar kadar olmuş. 19 Ağustos Varto depreminden sonra haritada yerlerini bile gösteremedikleri bir yerde yeni bir hayat kurmaya yola çıkmışlar. Hem de başlarında erkeksiz.. Dedem depremde hayatını kaybetmiş. Babamın amcası da herkesi toplayıp bir arkadaşının yanına, Adana’ya göç etmiş ama kaçmakla unutulmuyor yaşananlar. Deprem anı bir an olsun akıllarından çıkmamış. pelerdeki taşlar yuvarlanıyordu. Zar zor sağdığım sütü yere atıp koşmaya başladım. Yavrularımı kurtardım ama Şah İsmail’im evdeydi ve oracıkta can verdi. Biz kurtulanlar çok şanslıydık. Hayatımızı depremin gündüz vakti olmasına borçluyduk. Sanki ölmemiz gerekiyordu ama Allah son anda değişiklik yapmıştı.” Dokuz çocuğu olan babaannem sekizini toplayıp büyük kızını, halamı unutmuş ve görünce şaşkınlıktan “Sen de mi vardın?” demiş. Çocuk psikolojisinden anlamadığı için kızına bir güzel anlatmış “Ben seni depremde unuttum” diye. Depremde yok olanların yanında bunlar bir şey değil tabi... Psikoloji boş şey ölümün yanında. O öyle bir afet ki bütün Varto yerle bir olmuş. Dağda olmayan hayvanların hepsi ahırlarda boğulmuş. 19 Ağustos 1966 babam için, kardeşleri, annesi ve hatta bütün sülalesi için bir milattır. Daha önce adını bile duymadıkları Adana onlar için yeni bir hayat gibi gözükse de kimi zaman bambaşka acılar yaratan buruk bir başlangıçmış. O cehennem gibi, güneşin tepeden hiç eksilmediği şehre hiçbir zaman kendilerini ait hissetmemişler. Öyle ki senelerce kışları kar bile beklemişler. Çok kez köylerine geri dönmek istemişler ki dönmüşler de ama o zamandan sonra tekrar tutunmak daha da zormuş. Misal babam ilkokulu Varto’da bitirip Adana’ya geri dönmüş. Üniversite okumak için, para kazanmak için çok acılar çekmiş Adana’da. Günlerce, yıllarca kan ter içinde çalışmış ama nafile... Okuyamamış. Şöyle böyle tutunmuşlar orada yaşama. Bu hikayeyi, yokluk içinde geçen zamanları, depremin altüst ettiği yaşamları dinledikten sonra daha iyi anlarım Cemal Süreya’nın “Afyon Garındaki” şiirinin satırlarını: Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani, Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı; Varto depremini düşün, yardım olarak Batı´dan Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sütyeni. Babaannem “mallar”daymış deprem sırasında. Yani süt sağmaya sürünün yanına çıkmış dağa. Anlatırmış ki: “Güneş tepede, sıcak normal bir sıcak değil, kavruluyoruz. Ağustosun ortası ama bizim oralar zor ısınır, o gün yanıyorduk vallaha. Havada tek bir bulut yok and olsun ki. Bir de aksi gibi hayvanlar durmuyor ki sağayım. Hissetmişler demek ki nasıl canlılarsa.. Uğraştım uğraştım sağabildiğim kadar sağdım sonra yeter dedim köye inmeye başladım. Öyle bir andı ki yer altımdan kaydı resmen. Martta bir zelzele daha olmuştu ama bunun yanında hiçbir şeydi. O zaman bizim köyden kimseye bir şey olmamıştı şükür. Meğer yazın ortasında gidecekmiş bizim canlarımız... Köyden tozlar dumanlar yükseliyordu. Yüksek te- Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti, Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sütyeni, Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın; Tanrım gerçekten çocukluk günlerinizde mi? .. Eşiklere oturmuş bir dolu insan Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Cemal Süreyya Elsu Doğa İNCESU 10-A 14 THE CLAPPER 2015 - 2016