NEDENSİZ YOLCULUK
Sevgili Geride Kalan,
Hiç dönmeyeceğim bir yolculuğa çıkıyorum bugün, zaten
ne zaman dönüşü oldu ki gidişlerimin? Pencerenin dışında
kalan direkleri sayıyorum. Sayarken birkaç yüz direği sayamadım
çünkü düşüncelerimin, sıkıntılarımın yoğunluğundan
beynim gri bir dumanla boğuldu durdu sürekli, aynı
yıllarımın geçtiği aylarca kömür kokusuna maruz kalan
şehrin havası gibi bugün kafam. Bulanık, karışık, kalabalık
ve rahatsız edici derecede karanlık…
Neredeyse akşam olmak üzere… Güneş her günkü döngüsünü
yerine getirmek için, milyonlarca yıldır yaptığı gibi
arkasını dönmüş gidiyor başka yerleri aydınlatmak üzere.
Aynı benim yaptığım gibi gidiyor ama aramızda bir fark var,
o gittiği yerleri aydınlatıyor, ben ise gittiğim her yere gri
ve siyahı taşıyorum artık çünkü gözlerimde bile bir parıltı
kalmadı. Güneşin yolculuğunu tamamlayıp yine döneceğini
bilmek üzücü, ne zaman aydınlansa ortalık, ben daha bir
ortaya çıkıyorum tüm karanlığımla, tıpkı bembeyaz karların
içinde ilerleyen bir kara tren gibi. Herkes, her yer beyazken
ben siyahım bu nedenle de geceler benim en yakın
arkadaşım. Uzun zamandır dönüp
gitmiyordum arkamı, hiçbir
şey demeden, hissetmeden,
nereye gideceğimi hesaba katmadan,
uzun zamandır çıkmıyordum
bir yolculuğa. Bir şehri
yine karanlığımla boğdum, gidiyorum
şimdiyse. Kimse yine görüp
fark etmez yokluğumu, şehrin
bilinmeyen sokakları ve sırf
o sokaklar aydınlanmasın, onları
ört pas etsin diye soğuktan
donma pahasına da olsa ateş
yakmayan fakat ateş böceği gibi
yanıp tutuşan, sürekli ışık saçan
gözleriyle hayata sıkı sıkıya tutunmaya
çalıştıkça daha da derinlere düşen, bilinmeyen
sokaklarda bilinmeze sürüklenen sokak çocukları hariç…
O çocukların gülümsemeleri her şeye değer ama bazıları
vardır ki, hiç gülümsemezler, hiç gülümsemeyecek gibidirler,
sanki koca dünya bir araya gelse, onlar için kıtalar üst
üste de binse gülümsemeleri yıllar alır. Onlar gülümsemek
istemediklerinde gökyüzü ikiye bölünse etkisi ancak yıllar
sonra ulaşır yeryüzüne, o anda yeryüzü parça parça bölünse
ancak o parçaların yarattığı etkinin dramı yansır yüzlerine,
gülümsemelerine gölge düşürerek, onu daha da gizleyip
sürekli kalplerinin derinine iterek. Yapacak bir şey yok,
ben de bu insanlardan biriyim. Gülümseyince ihanet etmiş
gibi hissediyorum tüm acı çeken insanlara. Gülümsemeyi
unutan hayattan vazgeçip ölümü bekleyen tüm insanlara.
Sanki şu koca dünya da herkes kahkaha atarak ölse bile
hakkım yok gibi geliyor gülümsemeye dünyanın bir yerinde
halen insanlar acı çekerek ölürken belki de kimsenin
hakkı yok gülümsemeye. Belki de sırf bundan kaçıyorum
bundan uzun yollara çıkıyorum sürekli, sırf geride kalanları
ağlatmak, o hisleri onlara da yaşatmak için. Aynı sana yaptığım
gibi. Sana geride kalan olarak sesleniyorum çünkü
artık adını kullanmak, telaffuz etmek veya duymak benim
için bitmiş bir günden, yaşanmış ve bitmiş bir hayattan,
yok olmuş geri getirilmesi imkansız anılardan başka bir şey
değil.
Gözlerimi kısıp uzaklara bakmaya başladıkça daha da netleşiyor
uzaklar, her şey daha da yakın oluyor, sanki yollar
kısalıyor ama bazen ne yapılırsa yapılsın görülmesine,
hissedilmesine rağmen ulaşılamıyor, dokunulamıyor en
yakın şeylere bile. Mesela; şu dağın yamacındaki evler, o
evlerin bahçelerindeki ağaçlar, hepsi çok gerçek, hepsi o
kadar yakın ki neredeyse elimi atınca yakalayabilecekmişim
gibi. Boş ver onları, bahçeyi geç, evi de geç. Yıldızlar
mesela, koca evrendeki milyonlarca yıldıza elimi atınca tutacak
gibi, bazen o yıldızlardan birini kalbimde yaşıyor gibi
hissetmeme rağmen ona kavuşamıyorum, sonsuz derecede
somutlaşmasına rağmen bazı şeyleri her ne yaparsam
yapayım tam anlamıyla yakalayamıyorum. Hep bir eksik
kalıyor geride, hep bir yanlış çıkıyor. Yine düşüncelerimin
içinde nerede olduğumu ne yaptığımı anlamaya çalışırken
ben, güneş gidiyor. Gitsin.
Gitsin ki gece ortalık aydınlanabilsin,
ışığını aya yollayarak
onun da ışık yansıtmasını
sağlayabilsin dünyaya. Gitsin
ki gelebilsin. Gelsin ki nefret
ettiğim şey hep gözümün
önünde olsun, hep dibimde
olsun. Aydınlık oldukça karanlığa
özlem artar fakat karanlık
olunca aydınlığın adı
bile boşa çıkar çünkü karanlık
önüne gelen her şeyi yutar,
öyle ki gözünüzün açık olduğuna
emin olsanız bile hiçbir
şey göremezsiniz. Göz kapaklarınız
sarar gözlerinizi, karanlık, yavaş yavaş açılır. Kaçışımın,
bu yolculuğa çıkışımın bir anlamı var mı bilmiyorum
aslında, tüm bu duman ciğerimi kaplamışken, beynim kasvet
altında yüreğim mühürlenmiş, gözlerim gecelere teslim
olmuşken, içim ölmüşken önemi var mı kaçışların yer
ve zamanı değiştirmenin bilmiyorum. Amaçsız yere çıktığım
her yolculukta, kimi zaman rayların üstünde kimi zaman
uçsuz bucaksız gökyüzüyle birleşen, rengini ona göre
değiştiren denizin üstünde, kimi zaman asfaltı eskimiş gri
yollardayken aklıma tek bir söz düşer her zaman, varlığımın
ve kaçışlarımın amacını sorgulamak üzere: “Ölümün
olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?” Yıllar önce bu sözü
duyduğumdan beri daha aldırışsız daha ciddiyetsiz bir adama
dönüştüm. İyi mi oldu peki bu değişim diye sorarsan
eğer, düşünecek kadar önem arz etmiyor derim. Fakat bu
sözün beni oradan oraya savurduğu da kaçınılmaz ve inkar
edilemez bir gerçektir.
Hava iyice karardıkça ve beynimin bana oynadığı oyunlar
artarak devam ettikçe kompartımanım yine doluyor kasvetle.
Bulutlar olduğu için gökyüzünün maviliğini göre-
THE CLAPPER 2014 - 2015 9
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI
ZÜMRESİ