2014-2015 | Page 9

NEDENSİZ YOLCULUK Sevgili Geride Kalan, Hiç dönmeyeceğim bir yolculuğa çıkıyorum bugün, zaten ne zaman dönüşü oldu ki gidişlerimin? Pencerenin dışında kalan direkleri sayıyorum. Sayarken birkaç yüz direği sayamadım çünkü düşüncelerimin, sıkıntılarımın yoğunluğundan beynim gri bir dumanla boğuldu durdu sürekli, aynı yıllarımın geçtiği aylarca kömür kokusuna maruz kalan şehrin havası gibi bugün kafam. Bulanık, karışık, kalabalık ve rahatsız edici derecede karanlık… Neredeyse akşam olmak üzere… Güneş her günkü döngüsünü yerine getirmek için, milyonlarca yıldır yaptığı gibi arkasını dönmüş gidiyor başka yerleri aydınlatmak üzere. Aynı benim yaptığım gibi gidiyor ama aramızda bir fark var, o gittiği yerleri aydınlatıyor, ben ise gittiğim her yere gri ve siyahı taşıyorum artık çünkü gözlerimde bile bir parıltı kalmadı. Güneşin yolculuğunu tamamlayıp yine döneceğini bilmek üzücü, ne zaman aydınlansa ortalık, ben daha bir ortaya çıkıyorum tüm karanlığımla, tıpkı bembeyaz karların içinde ilerleyen bir kara tren gibi. Herkes, her yer beyazken ben siyahım bu nedenle de geceler benim en yakın arkadaşım. Uzun zamandır dönüp gitmiyordum arkamı, hiçbir şey demeden, hissetmeden, nereye gideceğimi hesaba katmadan, uzun zamandır çıkmıyordum bir yolculuğa. Bir şehri yine karanlığımla boğdum, gidiyorum şimdiyse. Kimse yine görüp fark etmez yokluğumu, şehrin bilinmeyen sokakları ve sırf o sokaklar aydınlanmasın, onları ört pas etsin diye soğuktan donma pahasına da olsa ateş yakmayan fakat ateş böceği gibi yanıp tutuşan, sürekli ışık saçan gözleriyle hayata sıkı sıkıya tutunmaya çalıştıkça daha da derinlere düşen, bilinmeyen sokaklarda bilinmeze sürüklenen sokak çocukları hariç… O çocukların gülümsemeleri her şeye değer ama bazıları vardır ki, hiç gülümsemezler, hiç gülümsemeyecek gibidirler, sanki koca dünya bir araya gelse, onlar için kıtalar üst üste de binse gülümsemeleri yıllar alır. Onlar gülümsemek istemediklerinde gökyüzü ikiye bölünse etkisi ancak yıllar sonra ulaşır yeryüzüne, o anda yeryüzü parça parça bölünse ancak o parçaların yarattığı etkinin dramı yansır yüzlerine, gülümsemelerine gölge düşürerek, onu daha da gizleyip sürekli kalplerinin derinine iterek. Yapacak bir şey yok, ben de bu insanlardan biriyim. Gülümseyince ihanet etmiş gibi hissediyorum tüm acı çeken insanlara. Gülümsemeyi unutan hayattan vazgeçip ölümü bekleyen tüm insanlara. Sanki şu koca dünya da herkes kahkaha atarak ölse bile hakkım yok gibi geliyor gülümsemeye dünyanın bir yerinde halen insanlar acı çekerek ölürken belki de kimsenin hakkı yok gülümsemeye. Belki de sırf bundan kaçıyorum bundan uzun yollara çıkıyorum sürekli, sırf geride kalanları ağlatmak, o hisleri onlara da yaşatmak için. Aynı sana yaptığım gibi. Sana geride kalan olarak sesleniyorum çünkü artık adını kullanmak, telaffuz etmek veya duymak benim için bitmiş bir günden, yaşanmış ve bitmiş bir hayattan, yok olmuş geri getirilmesi imkansız anılardan başka bir şey değil. Gözlerimi kısıp uzaklara bakmaya başladıkça daha da netleşiyor uzaklar, her şey daha da yakın oluyor, sanki yollar kısalıyor ama bazen ne yapılırsa yapılsın görülmesine, hissedilmesine rağmen ulaşılamıyor, dokunulamıyor en yakın şeylere bile. Mesela; şu dağın yamacındaki evler, o evlerin bahçelerindeki ağaçlar, hepsi çok gerçek, hepsi o kadar yakın ki neredeyse elimi atınca yakalayabilecekmişim gibi. Boş ver onları, bahçeyi geç, evi de geç. Yıldızlar mesela, koca evrendeki milyonlarca yıldıza elimi atınca tutacak gibi, bazen o yıldızlardan birini kalbimde yaşıyor gibi hissetmeme rağmen ona kavuşamıyorum, sonsuz derecede somutlaşmasına rağmen bazı şeyleri her ne yaparsam yapayım tam anlamıyla yakalayamıyorum. Hep bir eksik kalıyor geride, hep bir yanlış çıkıyor. Yine düşüncelerimin içinde nerede olduğumu ne yaptığımı anlamaya çalışırken ben, güneş gidiyor. Gitsin. Gitsin ki gece ortalık aydınlanabilsin, ışığını aya yollayarak onun da ışık yansıtmasını sağlayabilsin dünyaya. Gitsin ki gelebilsin. Gelsin ki nefret ettiğim şey hep gözümün önünde olsun, hep dibimde olsun. Aydınlık oldukça karanlığa özlem artar fakat karanlık olunca aydınlığın adı bile boşa çıkar çünkü karanlık önüne gelen her şeyi yutar, öyle ki gözünüzün açık olduğuna emin olsanız bile hiçbir şey göremezsiniz. Göz kapaklarınız sarar gözlerinizi, karanlık, yavaş yavaş açılır. Kaçışımın, bu yolculuğa çıkışımın bir anlamı var mı bilmiyorum aslında, tüm bu duman ciğerimi kaplamışken, beynim kasvet altında yüreğim mühürlenmiş, gözlerim gecelere teslim olmuşken, içim ölmüşken önemi var mı kaçışların yer ve zamanı değiştirmenin bilmiyorum. Amaçsız yere çıktığım her yolculukta, kimi zaman rayların üstünde kimi zaman uçsuz bucaksız gökyüzüyle birleşen, rengini ona göre değiştiren denizin üstünde, kimi zaman asfaltı eskimiş gri yollardayken aklıma tek bir söz düşer her zaman, varlığımın ve kaçışlarımın amacını sorgulamak üzere: “Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?” Yıllar önce bu sözü duyduğumdan beri daha aldırışsız daha ciddiyetsiz bir adama dönüştüm. İyi mi oldu peki bu değişim diye sorarsan eğer, düşünecek kadar önem arz etmiyor derim. Fakat bu sözün beni oradan oraya savurduğu da kaçınılmaz ve inkar edilemez bir gerçektir. Hava iyice karardıkça ve beynimin bana oynadığı oyunlar artarak devam ettikçe kompartımanım yine doluyor kasvetle. Bulutlar olduğu için gökyüzünün maviliğini göre- THE CLAPPER 2014 - 2015 9 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ZÜMRESİ