UYKU VE BEYİN
Yaşamımızın neredeyse yarısını garip bir durumda geçiriyoruz.
İnsan türü olarak, genelde gece saatlerinde,
bilincimizi tamamen yitirdiğimiz, bedenimizin kontrolünün
tamamen elimizden çıktığı ve ara sıra hiç tanımadığımız
âlemlere zihnen dalıp çıktığımız; adına da “uyku”
dediğimiz bir dönem bu. Günün yaklaşık içte biri kadar
bir süreyi bu görünüşte son derece verimsiz ve atıl durum
için harcamak zorundayız gibi gözüküyor.
Uyku sadece bizim mecbur olduğumuz özel bir durum
değil. Memeliler dediğimiz geniş canlı grubunun hemen
her üyesi, uyku uyur ve bu durum bizler gibi hayatlarının
çok önemli bir kısmını işgal eder. Hal böyle olunca,
insanlığın düşünce tarihinde de uyku ve uykuyla ilgili
konular pek önemli bir yer tutmuş. Fakat uyku hakkında
bilimsel olarak bildiklerimizin büyük çoğunluğu son
5060 yıldır yapılan çalışmalardan geliyor.
Uyku hakkında ilk bilmemiz gereken gerçek, uykunun
beden için değil, beyin için gerekli bir süreç olduğudur.
Genellikle uyku sürecini “dinlenmek” ile eşdeğer olarak
algılama eğilimimiz olsa da, bedensel dinlenme, uykunun
sadece bir yan etkisidir aslında. Bedeniniz, sessizce
uzanıp bir süre hareketsiz kaldığınızda rahatlıkla dinlenebilir;
fakat beynin “dinlenmesi” o kadar da kolay bir
süreç değil. Gün boyu hem dışarıdan hem de bedenimizden
kaynaklanan trilyonlarca bitlik bilgiyi işlemek
zorunda kalan beynimiz, algılama sistemlerinin düzgün
çalışması için her gün periyodik olarak bir “bakım” dönemine
ihtiyaç duyar. İşte bu bakım döneminin adına
biz uyku diyoruz.
Uyku, temel mekanizması itibariyle beyinde başlatılan
ve esasen beynin doğru işlev görebilmesi için gerekli
olan bir süreçtir. Beynimizin en alt kısmında, boynumuzun
üst tarafında bulunan “beyin sapı” dediğimiz
sinir sistemi parçası, otomatik ve yaşamsal işlevlerimizi
kontrol eden sinir hücresi topluluklarını içerir. Kalp atım
ritmimiz, soluk alıpvermemiz, yutmakusma gibi reflekslerimiz
ve daha birçok yaşamsal işlev, bu bölgelerdeki
sinir hücreleri tarafından otomatik olarak kontrol edilir.
Beyin sapı bölümünde ayrıca, milyonlarca sinir hücresinin
birbirlerine karmaşık bir şebeke olarak bağlandığı ve
beyin dokumuz içerisinde önemli bir yer tutan “ağsı oluşum”
(retiküler formasyon) denen bir yapı da yer alır.
Beynimiz uykusuz yapamaz. Uykunun önemini en güzel
gösteren gerçek, yunus ve balina gibi sucul memelilerin,
denizde yüzerken nasıl uyuduklarına bakıldığında görülür.
Bu hayvanlar havadaki oksijeni solumak durumunda
olduklarından, suyun içinde uyuduklarında boğulma riski
yaşayacakları açık. Bundan dolayı yunuslar ve balinalar,
uyku dönemleri boyunca beyin yarımkürelerinin bir
tanesini uyutup diğerini uyanık tutarlar. Böylece dönüşümlü
olarak uyuyan yarımküre dinlenirken, diğer uyanık
yarımküre, hayvanın hayatta kalmasını sağlar.
Öğrenme ve Uyku
Öğrencilikte neredeyse adettir: Sınav zamanı yaklaştığında
uykusuz geceler, bol kahveli çalışma seansları
bütün biyolojik ritimleri alt üst eder. Uykunun gerçekten
doğal ve içsel bir “saat” mekanizması tarafından
ayarlandığını biliyoruz; mesela bir insan dış ortamdan
tamamen yalıtılmış bir ortamda birkaç gün tutulursa,
uykuuyanıklık döngüsünün yaklaşık 25 saatlik bir döngü
boyunca otomatik olarak tekrar ettiği görülür. Dolayısıyla
uyku ve uyanıklığımız sadece dış dünyanın bize
verdiği zaman belirleme sinyalleri (zeitgeber) ile değil,
aynı zamanda içimizde (beynimizde) yer alan ritmik
zaman ölçüm sistemleri tarafından da belirlenir. Fakat
özellikle genç öğrenciler, sınav zamanı yaklaştıkça bu
ritme karşı koyarak “daha fazla uyanık kalmak ve daha
çok çalışmak” için ellerinden geleni yaparlar.
Uyku, beynimizin öğrendiği bilgileri “pekiştirmesi”,
yani uzun süreli kullanım için depolayabilmesi adına
çok önemli bir süreçtir. Bu basit gerçekten yola çıkarak
söylenebilecek çok belirgin şeyler var. Sağlıklı ve
verimli bir öğrenme için zamanında ve yeterli düzeyde
bir uyku şart. Özellikle REM uykusu, öğrendiğiniz yeni
şeylerin uzun süreli kayda geçmesi için önemli. Bunun
yanı sıra, gece uykusu sırasında salgılanan başta mela-
THE CLAPPER 2014 - 2015 119
REHBERLİK
ZÜMRESİ