voir | Página 69

Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı'ndan mezun olup, sanat yaşamınıza tiyatro ile başladınız. O dönemlerden biraz bahseder misiniz? Şu ana kadar bir çok dizi, sinema ve tiyatro oyunlarında yer aldınız. En çok hangi karakteri oynamayı seviyorsunuz? 1984 yılında Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan bölüm birincisi olarak mezun oldum. O zamanlar Konservatuar’da hırslıydık hepimiz. Çünkü bu kadar dizi revaçta değildi, tiyatro daha çok öndeydi. Tiyatro ve sinema bir aşk. Dizi sektörü ise suya yazı yazmak gibidir. Diziyi çekersiniz oynar ve biter. Ama sinema ve tiyatro sizinle kalır, sizinle ölür. Dizide iyi ustlarla, iyi yönetmenlerle çalışmak büyük şanstır. Okuldan mezun olduktan sonra Adana Devlet Tiyatrosun’a stajyer olarak 2 yıl mecburi hizmete gittim. Orada görevimi tamamladıktan sonra tekrar Ankara’ya döndüm. Ankara’da yaklaşık 10 sene çalıştım. 1995’de İstanbul Devlet Tiyatrosu’na tayin oldum. Kısacası 34 senedir bu sektörün içindeyim. Şuana kadar yaklaşık 70 ayrı tiyatro oyunun da oynadım. Öyle zamanlar oldu ki bir günde 3 oyun oynadığımı bilirim. O dönemler kadrolar şimdiki gibi geniş değildi. İlk oynadığım oyun, Adana Devlet Tiyatrosu’nda ‘Sultan Gelin’ isminde bir oyundu. Tiyatrodaki ilk zamanlarım olduğu için çok heyecanlıydım. Fakat sonrasında sürekli oyunlar oynadığınız için artık pişiyorsunuz. Bana hep sorarlar mesela; “Hiç mi sıkılmıyorsun her gün aynı oyunu aynı mekanda oynamaktan?”diye. Bende her seferinde şu cevabı veriyorum; Doğru, siz bunun hep aynı oyun olduğunu sanıyorsunuz fakat gelen seyirci her defasında çok farklı. Gelen seyircinin tepkileri, oyunda sizinle birlikte ilerleyişi son derece önemli. Bana sorarlar hep, “Neden seyircileri sayıyorsun?” diye. Ben bakarım kaç kişi gelmiş, kaç tane boş yer var...Salonun dolu olması, oyuncuya bambaşka bir haz verir. O yüzden dolu salonlara oynamak bana her zaman çok keyif vermiştir. Donanımlı bir oyuncunun her şeyi oynayabilmesi lazım. Bir katili, eşçinseli, taksi şoförünü yani aklınıza gelebilecek hayatta olan her karakteri oynayabilmesi lazım. Artık bu iş öyle bir hale geldi ki, yönetmen kafasında oluşturduğu karakteri bir kafede otururken garsona bakıp, "işte benim aradığım tip" dememeli. Hani derler ya sinema yönetmen sanatıdır, tiyatro oyuncu sanatıdır. Türkiye'de başarılı ve donanımlı bir çok oyuncu var. Mesela yönetmen ve yapımcıların tiyatroya gittiğine çok az tanık oldum. Tiyatro oyunlarında oynayan bir sürü başarılı ve yetenekli genç var. Örneğin Çağan Irmak'ın benim oynadığım ya da oynamadığım bir çok oyunu izlediğini biliyorum. Çağan Irmak'ın başarılı olmasının önemli sebeplerinden biri de oyuncu seçiminden kaynaklanıyor. İnce eleyip sık dokuyor ve gerçekten nokta atışı ile buluyor oyuncularını. Bu sebepten dolayı yapımcı ve yönetmenlerin tiyatroya gitmemeleri beni üzüyor. Bundan 20 sene önce beni bir görüşmeye çağırdılar. Güzelce traşımı oldum, giyindim ve görüşmeye gittim. Yönetmen dedi ki "Ben sizi daha böyle sakallı, bakımsız düşünmüştüm." Ben de bu işin ne zaman başlayacağını sordum kendisine. Yönetmen; " 1 say sonra başlayacak." dedi. Hemen o an saçımı başımı dağıttım, "1 aya kadar da sakalım uzar" dedim. Yönetmen o sırada "Aaa, evet" dedi. Şimdi bazı yönetmenler gördüğü fotoğrafı dizisinde ya da filminde görmek istiyor. Oysaki oyuncu değişkendir. Oyuncu, o filmde farklı oynar, kafasını traş ettirir bu filmde başka oynar, sakalını uzatır başka bir şey oynar... Ben hep şunu derim; oyuncunu