Hacettepe Üniversitesi
Devlet Konservatuarı'ndan mezun olup,
sanat yaşamınıza tiyatro ile başladınız.
O dönemlerden biraz bahseder misiniz?
Şu ana kadar bir çok dizi, sinema ve
tiyatro oyunlarında yer aldınız.
En çok hangi karakteri oynamayı
seviyorsunuz?
1984 yılında Hacettepe Üniversitesi
Devlet Konservatuarı’ndan bölüm
birincisi olarak mezun oldum. O zamanlar
Konservatuar’da hırslıydık hepimiz.
Çünkü bu kadar dizi revaçta değildi,
tiyatro daha çok öndeydi. Tiyatro ve
sinema bir aşk. Dizi sektörü ise suya yazı
yazmak gibidir. Diziyi çekersiniz oynar ve
biter. Ama sinema ve tiyatro sizinle kalır,
sizinle ölür. Dizide iyi ustlarla, iyi
yönetmenlerle çalışmak büyük şanstır.
Okuldan mezun olduktan sonra Adana
Devlet Tiyatrosun’a stajyer olarak 2 yıl
mecburi hizmete gittim. Orada görevimi
tamamladıktan sonra tekrar Ankara’ya
döndüm. Ankara’da yaklaşık 10 sene
çalıştım. 1995’de İstanbul Devlet
Tiyatrosu’na tayin oldum. Kısacası 34
senedir bu sektörün içindeyim.
Şuana kadar yaklaşık 70 ayrı tiyatro
oyunun da oynadım. Öyle zamanlar oldu ki
bir günde 3 oyun oynadığımı bilirim.
O dönemler kadrolar şimdiki gibi geniş
değildi. İlk oynadığım oyun, Adana Devlet
Tiyatrosu’nda ‘Sultan Gelin’ isminde bir
oyundu. Tiyatrodaki ilk zamanlarım
olduğu için çok heyecanlıydım.
Fakat sonrasında sürekli oyunlar
oynadığınız için artık pişiyorsunuz.
Bana hep sorarlar mesela;
“Hiç mi sıkılmıyorsun her gün aynı oyunu
aynı mekanda oynamaktan?”diye.
Bende her seferinde şu cevabı veriyorum;
Doğru, siz bunun hep aynı oyun
olduğunu sanıyorsunuz fakat gelen seyirci
her defasında çok farklı. Gelen seyircinin
tepkileri, oyunda sizinle birlikte
ilerleyişi son derece önemli. Bana sorarlar
hep, “Neden seyircileri sayıyorsun?” diye.
Ben bakarım kaç kişi gelmiş, kaç tane boş
yer var...Salonun dolu olması, oyuncuya
bambaşka bir haz verir. O yüzden dolu
salonlara oynamak bana her zaman çok
keyif vermiştir.
Donanımlı bir oyuncunun her şeyi
oynayabilmesi lazım. Bir katili, eşçinseli,
taksi şoförünü yani aklınıza gelebilecek
hayatta olan her karakteri oynayabilmesi
lazım. Artık bu iş öyle bir hale geldi ki,
yönetmen kafasında oluşturduğu karakteri
bir kafede otururken garsona bakıp,
"işte benim aradığım tip" dememeli.
Hani derler ya sinema yönetmen sanatıdır,
tiyatro oyuncu sanatıdır. Türkiye'de
başarılı ve donanımlı bir çok oyuncu var.
Mesela yönetmen ve yapımcıların
tiyatroya gittiğine çok az tanık oldum.
Tiyatro oyunlarında oynayan bir sürü
başarılı ve yetenekli genç var. Örneğin
Çağan Irmak'ın benim oynadığım ya da
oynamadığım bir çok oyunu izlediğini
biliyorum. Çağan Irmak'ın başarılı
olmasının önemli sebeplerinden biri de
oyuncu seçiminden kaynaklanıyor.
İnce eleyip sık dokuyor ve gerçekten
nokta atışı ile buluyor oyuncularını.
Bu sebepten dolayı yapımcı ve
yönetmenlerin tiyatroya gitmemeleri beni
üzüyor. Bundan 20 sene önce beni bir
görüşmeye çağırdılar. Güzelce traşımı
oldum, giyindim ve görüşmeye gittim.
Yönetmen dedi ki "Ben sizi daha böyle
sakallı, bakımsız düşünmüştüm."
Ben de bu işin ne zaman başlayacağını
sordum kendisine. Yönetmen; " 1 say
sonra başlayacak." dedi. Hemen o an
saçımı başımı dağıttım, "1 aya kadar da
sakalım uzar" dedim. Yönetmen o sırada
"Aaa, evet" dedi. Şimdi bazı yönetmenler
gördüğü fotoğrafı dizisinde ya da filminde
görmek istiyor. Oysaki oyuncu
değişkendir. Oyuncu, o filmde farklı oynar,
kafasını traş ettirir bu filmde başka oynar,
sakalını uzatır başka bir şey oynar...
Ben hep şunu derim; oyuncunu