S
arılmalar, kucaklaşmalar, sohbetler...
Solmaya yüz tutmuş anılarımızı tazeleyerek
yola koyulduk. Konuştukça anladık ki değişen tek
şey yaşımız ve yılların bize kattıkları.
Öğretmenlerimizin gözünde hâlâ o küçük kızlarız,
öğretmenlerimiz ve biz yıllar öncesine dönüverdik bir
solukta. Şarkılar, türküler, fıkralar eşliğinde Edirne'ye
varmıştık bile. Uzaktan görünen Selimiye Camii, tüm
görkemiyle konuklarını selamlıyor ve sanki "Ben, Mimar
Sinan'ın ustalık eseriyim" dercesine sesleniyor yaklaşık beş
yüz yıl öteden... Daha birbirimizi görmeye, sohbet etmeye
doyamadan vardığımız Edirne'de ilk durağımız
Balkan Şehitliği oluyor.
Sarayiçi Balkan Savaşı Şehitliği, Balkan Savaşı'nda düşman
işgaline karşılık veren üç yüz bin şehit ve 1913 yılında aç ve
susuz bırakılarak öldürülen yirmi bin şehidimiz için
yaptırılmış bir anıt. Şehitlerimize olan vefa borcumuz hiç
bitmeyecek... Balkan Şehitliğinin yakınındaki Adalet
Kulesi, tarihi köprüyle öylesine bütünleşmiş ki, sanki her
yolun Adalet'le var olması gerektiğini vurguluyor !
Gönlümüze bastırdığımız rahmet ve minnet duygularıyla
yeniden yola çıkıyoruz.
Bu kez durağımız II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi...
Külliye, Sultan II. Bayezid tarafından 1484-1488 yıllarında
Mimar Hayreddin'e yaptırılmış. Külliye; darüşşifa, camii, tıp
medresesi, hamam, mutfak ve diğer bölümlerden oluşuyor.
Darüşşifa dört yüz yıl boyunca hastalara hizmet vermiş.
Harabe halindeki külliye Trakya Üniversitesine
devredilmiş, Kültür Bakanlığının da katkılarıyla bu günkü
haline kavuşturulmuş. 2004 yılında Avrupa Konseyi
Avrupa Müze Ödülüne layık görülmüş. Şifahanede ruh
hastaları; müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavi edilirmiş.
O yıllarda Avrupa'da ruh hastaları içine şeytan girmiş
diyerek yakılırken, bilimsel yollarla ve şefkatle hastalara
müdahale eden atalarımızla bir kez daha gurur duyarak
külliyeden ayrılıyoruz.
Öğrendiklerimizi sindirmek ve yorgunluğumuzu gidermek
için Meriç nehri kıyısında, Meriç köprüsüne karşı mola
veriyoruz. Edirne'ye gelmişken ciğer yemeden, kıyıdaki çay
bahçelerinde çay içmeden olmaz tabii...
Üçüncü durağımız Lozan anıtı... Edirne Karaağaç semtinde
bulunan Trakya Üniversitesi Rektörlüğü alanı içindeki anıt,
Lozan antlaşmasıyla Karaağaç'ın tekrar Türk topraklarına
kazandırılmasını ve Lozan antlaşmasının diplomatik zaferini
temsil etmekte. Lozan anıtı Kurtuluş Savaşımızın bir özeti
ve barışa dönük çağrımızın göstergesi.
En özel mekânlardan biri olan Trakya Üniversitesi
Rektörlük alanı başlı başına görülmesi gerekli bir yer.
Karaağaç tren istasyonu Trakya Üniversitesi tarafından
aslına uygun olarak restore edilmiş ve Rektörlük binası
olarak hizmet vermekteymiş. Binanın arka kısmında
bulunan tren yolu ve lokomotif görsel bir tat kazandırıyor
Edirne'ye... Karaağaç, söğütlük park ve orman alanı yeşilin
her rengiyle oksijen olup doluyor içimize.
Vakit sınırlı ve görülecek yer çok, haydi bakalım
dördüncü durağa...
Yolumuzun üzerindeki Meriç köprüsüne dokunmalı,
üstünde yürümeli ve geçmişi solumalıyız...
Uzun zaman sonra bir arada olmanın tadını çıkararak
yürürken, doğanın güzelliği ve sonbahar renkli yapraklar
şahit oluyor mutluluğumuza...
85