Voir Aralık 2014 Sayı 24 | Page 85

S arılmalar, kucaklaşmalar, sohbetler... Solmaya yüz tutmuş anılarımızı tazeleyerek yola koyulduk. Konuştukça anladık ki değişen tek şey yaşımız ve yılların bize kattıkları. Öğretmenlerimizin gözünde hâlâ o küçük kızlarız, öğretmenlerimiz ve biz yıllar öncesine dönüverdik bir solukta. Şarkılar, türküler, fıkralar eşliğinde Edirne'ye varmıştık bile. Uzaktan görünen Selimiye Camii, tüm görkemiyle konuklarını selamlıyor ve sanki "Ben, Mimar Sinan'ın ustalık eseriyim" dercesine sesleniyor yaklaşık beş yüz yıl öteden... Daha birbirimizi görmeye, sohbet etmeye doyamadan vardığımız Edirne'de ilk durağımız Balkan Şehitliği oluyor. Sarayiçi Balkan Savaşı Şehitliği, Balkan Savaşı'nda düşman işgaline karşılık veren üç yüz bin şehit ve 1913 yılında aç ve susuz bırakılarak öldürülen yirmi bin şehidimiz için yaptırılmış bir anıt. Şehitlerimize olan vefa borcumuz hiç bitmeyecek... Balkan Şehitliğinin yakınındaki Adalet Kulesi, tarihi köprüyle öylesine bütünleşmiş ki, sanki her yolun Adalet'le var olması gerektiğini vurguluyor ! Gönlümüze bastırdığımız rahmet ve minnet duygularıyla yeniden yola çıkıyoruz. Bu kez durağımız II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi... Külliye, Sultan II. Bayezid tarafından 1484-1488 yıllarında Mimar Hayreddin'e yaptırılmış. Külliye; darüşşifa, camii, tıp medresesi, hamam, mutfak ve diğer bölümlerden oluşuyor. Darüşşifa dört yüz yıl boyunca hastalara hizmet vermiş. Harabe halindeki külliye Trakya Üniversitesine devredilmiş, Kültür Bakanlığının da katkılarıyla bu günkü haline kavuşturulmuş. 2004 yılında Avrupa Konseyi Avrupa Müze Ödülüne layık görülmüş. Şifahanede ruh hastaları; müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavi edilirmiş. O yıllarda Avrupa'da ruh hastaları içine şeytan girmiş diyerek yakılırken, bilimsel yollarla ve şefkatle hastalara müdahale eden atalarımızla bir kez daha gurur duyarak külliyeden ayrılıyoruz. Öğrendiklerimizi sindirmek ve yorgunluğumuzu gidermek için Meriç nehri kıyısında, Meriç köprüsüne karşı mola veriyoruz. Edirne'ye gelmişken ciğer yemeden, kıyıdaki çay bahçelerinde çay içmeden olmaz tabii... Üçüncü durağımız Lozan anıtı... Edirne Karaağaç semtinde bulunan Trakya Üniversitesi Rektörlüğü alanı içindeki anıt, Lozan antlaşmasıyla Karaağaç'ın tekrar Türk topraklarına kazandırılmasını ve Lozan antlaşmasının diplomatik zaferini temsil etmekte. Lozan anıtı Kurtuluş Savaşımızın bir özeti ve barışa dönük çağrımızın göstergesi. En özel mekânlardan biri olan Trakya Üniversitesi Rektörlük alanı başlı başına görülmesi gerekli bir yer. Karaağaç tren istasyonu Trakya Üniversitesi tarafından aslına uygun olarak restore edilmiş ve Rektörlük binası olarak hizmet vermekteymiş. Binanın arka kısmında bulunan tren yolu ve lokomotif görsel bir tat kazandırıyor Edirne'ye... Karaağaç, söğütlük park ve orman alanı yeşilin her rengiyle oksijen olup doluyor içimize. Vakit sınırlı ve görülecek yer çok, haydi bakalım dördüncü durağa... Yolumuzun üzerindeki Meriç köprüsüne dokunmalı, üstünde yürümeli ve geçmişi solumalıyız... Uzun zaman sonra bir arada olmanın tadını çıkararak yürürken, doğanın güzelliği ve sonbahar renkli yapraklar şahit oluyor mutluluğumuza... 85