Turkish Independent issue 10 | 页面 6

6 Londra-Haber Aralık - 2013 Özgür Gençalp ozgurgencalp@hotmail.com Emeksiz Beklentiler ve Sonuçları Kendimi kimi zaman bazı beklentiler içinde bulduğumda, aklıma hep mücadele etmem gerektiği gelir. Bir insanın dışardan bir beklentisi olması gayet normal, fakat mücadele etmeden, emek sarf etmeden, teslimiyetçi düşüncenin etkisinde yalnızca bir beklenti içinde geçirdiğimiz her dakika bizi sonuçtan uzaklaştıracaktır. Nitekim bunun (emeksiz beklentinin), kaçınılmaz bir sonucu olarak da hayalkırıklıkları yaşanır. Kimi zamansa beklentilerin olm ası “henüz hazır değilim” mesajını taşır. Bu gerekli isteğin henüz azami olgunlaşmasını gerçekleştiremediğinin, aksi taktirde beklentilerin gerçek olacağının kanıtıdır. Toplumsal bir örnek vererek açıklamaya çalışayım. Uzun süredir çeşitli "liderler", çeşitli "zirveler, müzakereler" gerçekleştiriyor. Senelerdir farklı isimlerle toplumlara sahte umutlar serpiyorlar, insanların belli bir kısmıysa inanmış, somut bir mücadeleden uzak, adeta teslim olmuş ve oy verip, ana akim medyayı takip edince yeterli çaba gösterdiği inancında, oynanan bu oyunları normalleştirip, "seçtikleri liderlerden" bir çözüm beklentisi içinde yıllardır sancılanıyorlar. Aslinda bunun altında yatan neden çözüme henüz hazır olmamaktır. Gözümüze sokulan sınırların yok olması için önce kafalarımıza sokulan sınırlardan kurtulmak ve barışa inanmak, buna hazır olmak ve bunun için mücadele etmek gerekir. Bu temeller üstünde kurulmuş toplumsal mücadelelerin karşısında hiç bir engel varlık göstermez. Tarihte, bu tarz halktan gelen, istekli, hazırlıklı mücadelelerin sonucunda gerçekleşen değişimleri görmek mümkündür. Fakat, bugün yine çözüme tam anlamıyla hazır olmadan, Annan Planı döneminde olduğu gibi yine "liderlerden" boş bir çözüm beklentisi içine düşersek, hayalkırıklığına uğramaktan da sızlanmamalıyız. Binler meydana döküldüğünde saraya saldıranların yolunu kesen, yeşil giyen gardiyanlara güvenip böyle bir beklenti içine düşmek o gün de hazır olmadığımız anlamına gelirdi bügün de aynı anlamı taşır, çünkü halen daha bir beklenti içerisinde kıvranıyoruz. Çözüm için yapmamız gereken “cumhurbaşkanı, milletvekili seçmek” değil, önce barışa bizim inanmamız, bunu istememiz ve mücadele etmemiz gereklidir. “Seçilenler” zaten önceden çizilen planların dışında adım atabilme yetkisine sahip değilken, atılacak ve atılan adımları toplumlara şeffaf bir şekilde sunabilecek, bu önceden çizilen planların dışına çıkabilecek olanlarsa, zaten bu düzende o koltuklara oturtulamazlar. Daha önceki deneyimlerimizde de bunları gördük. Sandıktan beklenen mücadele yöntemi toplumlara emeksiz beklentiyi aşılamıştır. “Liderlerden” herhangi birşey beklemek bizi mücadeleden koparmaktadır, bu yüzden bu insanlardan beklentiyi kesip, barışı biz kendi ellerimizle getirmeliyiz. Gün geçtikçe, tüm bu beklentiler ellerimizin bağlandığı hissiyatına bizi sürüklerken, diğer taraftan da açık hava hapishanesinde, gençliğimiz, geçmişimiz, geleceğimiz ve doğamız yok olmaya yüz tutmuş durumdadır. Bizler beklentiler içinde ucuza enerji talep ederken, elektrik kurumunun özelleştirilmesi, özerkleştirilmesi veya “devlete” bağlı kalması tartışılıyor. Bizim bugün asıl tartışmamız gereken, alternatif enerji kaynakları ülkemizde nasıl aktif olabilirdir. Elektrik kurumunun nasıl yönetildiği tabi ki önemlidir ama bundan önce ekolojik, alternatif enerji üretimi nasıl uygulanabilir hale gelir onu tartışmalı ve hayata geçirmeliyiz. Yılın en az 9-10 ayı güneşin kendini gösterdiği bir ülkede güneş panelleriyle sınırsız enerji üretilebileceken, en ilkel şekilde, canlıların sağlığını etkileyerek elektirik üreten bir yönetimden nasıl bir beklentiniz olabilir ki? Eğer böyle bir beklentiniz varsa, tabi ki sınırsız, ücretsiz doğal enerjiyi kullanmak sadece beklentilerle sınırlı kalır, gerekli mücadeleyi göstermeden bunu kullanamayacağız. Tıpkı bir önceki örnekte olduğu gibi sadece beklentilerimiz olursa, bahsi geçen doğal enerjiyi tam olarak istemediğimiz, buna hazır olmadığımız veya gerekli mücadeleyi tam olarak gösteremediğimiz, farklı konulara odaklandığımız anlamına gelir. Nasıl enerji üreteceğimiz, elektirik kurumunun akıbetinden çok daha önemli olduğundan, mücadelemize o konudan devam etmeliyiz. Yine mücadele etmeliyiz çünkü alternatif enerji üretmi de beklentilerle elde edebileceğimiz birşey değil. Yeterli emeği göstermeden, sadece beklentiler içinde sıkışmak bizi hayalkırıklığına giden yola çıkarırken, “hiçbir şey değişmez” mantığı bizi mücadeleden uzaklaştıracağı için, bizim beklentilerden uzaklaşmamız, mücadeleye, örgütlülüğe sarılmamız gereklidir, çünkü daha fazla bekleyecek vaktimiz yok! Geleceğimizi çalanlara, dikenli tellerle etrafımızı saranlara, elimizdeki bütün fırsatlara rağmen, rant uğruna, yetkisizlikten gelenekselci kurumların modernleşmesini engelleyenlere, bizden habersiz üstümüzden çıkar sağlayanlara en güzel hayalkırıklığını yaşatmanın tadına bakmak için bugün toplumsal olarak örgütlü mücadeleye, gerekli isteğe, gözümüzü açmaya ve zafere olan inanca ihtiyacımız var. Çok yakın bir arkadaşımın şikayet ettiği gibi, dünya sadece Kıbrıs’tan ibaret değil, bari ona da at gözlüğüyle bakmayalım. Dünya ilerlerken, beklentiler içinde hapsolup geriye doğru koşmaktan kurtulmak, yeterli emeği sarfetmeden mümkün olmayacaktır. Londra'da kadınların sesi duyuldu! Haber/Fotoğraf: Erem KANSOY Londra Kadın Dayanışma Platformu'nun bugün düzenlediği yürüyüş toplumumuzun yoğun olarak bulunduğu Kuzey Londra'nın Woodgreen bölgesinde başladı. Topluluk Woodgreen ve Turnpike Lane güzergahını izleyerek yürüyüşü Haringey bölgesinde sonlandırdı. Düzenlenen yürüyüş 25 Kasım Kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü etkinlikleri kapsamında gerçekleştirildi. Kalabalık grup, yürüyüş esnasında “Kadına yönelik şiddete hayır!, Yaşasın Kadın dayanışması ve Kahrolsun ataerklik kapitalist sistem” diye sloganlar attı. Yazılı bildiriyi izlenen güzergah boyunca dağıtan katılımcılara gerek sivil gerekse üniformaları ile yaklaşık 20 İngiliz polisi, sağlık ve güvenlik konusunda ödün vermemek üzere eşlik etti. Yapılan konuşmalarda Kadına yönelik şiddettin kabul edilemez olduğu üzeri nde durulurken, kapitalist düzenin Kadınları etkilediği olumsuz yönlere de değinildi. Günün anlam ve önemini belirten bir de saygı duruşunun yapıldığı yürüyüşe katılım oldukça yoğun idi. Londra Kadın Dayanışma Platformu'nun bölgede dağıttığı bildiride “Kadına yönelik şiddet, toplumdaki sosyal eşitsizliklerden, sınıf sömürüsünden, milliyetçilikten, ırkçılıktan, yabancı düşmanlığından, homofobiden, militarizmden beslenir ve onları besler. Kadına yönelik şiddet, kontrol edilemeyen öfke sonucu ortaya çıkan bir şiddet türü olmadığı gibi kişisel bir mesele olmanın da ötesinde olup, cinsiyet eşitsizliğinin yol açtığı eşitsiz güç ilişkisinden doğan toplumsal bir sorundur. Toplumsal adalet, eşitlik, özgürlük, kimlik isteyen, inançlarını, örgütlenme haklarını kullanmak isteyen, açlığa, sefalete, emperyalist yağma ve savaşlara karşı çıkanlar şiddetin hedefi olmuşlardır. Bu nedenle; şiddete karşı mücadele, toplumsal özgürlükler mücadelesinin