Kass Morgan
rından gelen çığlıkların gürültüsünde boğuldu. İniş gemisi bir
anda kemiklere işleyen bir çatırtıyla Dünya’ya çarptı ve her
şey karardı.
***
Glass uzakta alçak perdeden, boğuk bir inilti duydu. O güne
kadar hiç duymadığı bir ıstırapla doluydu ses. Gözlerini açmaya çalıştı ama en ufak çabasında, midesini bulandıran bir
baş dönmesi yaşıyordu. Çabalamaktan vazgeçerek kendini
yeniden karanlığa bıraktı. Birkaç dakika geçti. Yoksa birkaç
saat mi? Huzurlu sessizlikle boğuşarak bir kez daha kendine
gelmeye çalıştı. Saniyenin milyonda biri kadar bir süre, tatlı
bir mahmurluk içinde, nerede olduğunu bilemedi. Tüm odaklanabildiği, art arda gelen tuhaf kokulardı. Glass bunca şeyin
aynı anda koklanabileceğini bilmiyordu: Birini Luke ile favori buluşma mekânları olan güneş tarlalarından tanıyor gibiydi
ama bu binlerce kez güçlüydü. Biri tatlı bir şeydi ama şeker
veya parfüme benzemiyordu, daha yoğun ve ağırdı. Aldığı her
nefesle, iç içe geçmiş kokuları tanımlamaya çalışan beynine
aşırı yük biniyordu. Derken tanıdık bir koku, beynini harekete
geçirdi. Kan.
Glass’ın gözleri kırpışarak açıldı. Öyle geniş bir alandaydı ki duvarları göremiyordu. Yıldızlarla dolu, saydam tavan
da millerce ötedeymiş gibi gözüküyordu. Yavaş yavaş bilinci
yerine gelince, kafa karışıklığı yerini şaşkınlığa bıraktı. Gökyüzüne bakıyordu –D