Bafiar 1511
Boğuk davul seslerini duyabiliyordum. Önümde dikilen kadın görüş alanımı tamamen
kapatarak idam sehpasını görmemi engelliyordu. Tek seçebildiğim, kadının korsesinin
bağcıklarıydı. Saraya geleli bir seneden fazla olmuştu ve yüzlerce şenliğe katılmıştım ama bu
tür bir şenliğe ilk katılışımdı.
Bir adım yana kayıp boynumu uzattığımda, mahkûmun ona eşlik eden papazla birlikte yavaş
adımlarla Kule'den yeşilliklere, kendisini bekleyen tahta platforma, ortada başını yerleştireceği
kütüğe, kafasında yüzünü örten siyah başlığı ve önlüğüyle görevini ifa etmeye hazır cellada
doğru ilerlediğini gördüm. Her şey gerçek bir olaydan ziyade, bir tiyatro sahnesi gibiydi.
Tahtında oturan kralın aklı sanki başka bir yerdeydi, sanki içinden bağışlanmak için tekrar
tekrar yakarıyordu. Hemen arkasında bir senedir evli olduğum kocam William Carey, ağabeyim
George ve babam Sör Thomas Boleyn duruyordu. Hepsi de en ciddi bakışlarını takınmıştı.
Bense, ipek ayakkabılarımın içinde ayak parmaklarımı oynatıp içimden kralın elini çabuk tutup
mahkûmu bağışlamasını, böylece bir an evvel hep birlikte kahvaltıya
2
gidebilmemizi diliyordum. Daha on üç yaşındaydım ve sürekli karnım acıkıyordu.
İdam platformunun ucunda duran Buckinghamshire dükü kalın paltosunu çıkarttı. Onunla amca
diyebileceğim kadar yakın bir akrabalığımız vardı. Düğünüme gelmiş, bana altın bir bilezik
takmıştı. Babam onun, sözleriyle kralı defalarca kırdığını söyledi. Amcam, kralın asil bir kandan
geldiğini, etrafında bir kralı fazlasıyla rahat ettirecek sayıda silahlı adamı olduğunu ama yine
de tahtının tamamıyla sağlam olmadığını söylemişti. Hepsinden beteriyse kralın bir oğlu ve
dolayısıyla bir veliahdı olmadığını, olamadığını ve büyük ihtimalle arkasında onun tahtını
devam ettirecek bir oğlan bırakamadan da öleceğini dile getirmişti.
Böyle bir düşünce ağızdan asla yüksek sesle çıkmamalıydı. Kral, mahkeme, bütün ülke
kraliçenin bir oğlan doğurması, üstelik de elini çabuk tutması gerektiğini biliyordu. Aksini iddia
etmek şu anda dükün, yani amcamın kararlı ve korkusuz adımlarla çıktığı idam sehpasının
tahta basamaklarına giden yolda ilk adımı atmış olmak demekti. İyi bir saray adamı bu tür
nahoş gerçeklere değinmekten kaçınmalıydı. Saray hayatı her zaman neşeli ve coşku dolu
olmalıydı.
Stafford Amcam, son sözlerini söylemek üzere sahnenin ön tarafına yürüdü. Söylediklerini
duyamayacak kadar uzaktaydım ve zaten kralı izliyor, öne çıkıp amcamı affetmesini
bekliyordum. Şu anda idam sehpasının üzerinde duran bu adam, sabahın erken saatlerinde
güneşin altında kralın tenis oyununa eşlik etmiş, at üstünde mızrak yarışında onun rakibi
olmuş, yüzlerce kez onunla içip kumar oynamıştı. Çocukluğundan beri kralın kader arkadaşıydı.
Ve kral şimdi ona, halkın önünde unutulmaz bir ders veriyordu
BOLEYN KIZI ¦ 3
ama sonra onu bağışlayacaktı ve hep birlikte kahvaltıya gidebilecektik.
Uzaktaki minik siluet günah çıkarttığı papaza döndü. Kutsanmak üzere başını eğdi, sonra haçı
öptü. Kütüklerin önüne diz çöküp iki eliyle tahtaya yapıştı. İçimden nasıl bir şeydir acaba, diye
geçirdim. İnsanın yanağını pürüzsüz cilalı tahtaya yaslaması, nehirden gelen ılık rüzgârı
koklaması, başının tepesinde martıların sesini duyması nasıl bir şeydir acaba? Şu yaşananın
gerçek olmadığını, tiyatrodan öte gitmeyeceğini bile bile de olsa celladı arkasında hissederek
başını yere dayamak amcam için tuhaf bir his olsa gerekti.