Anne kutuyu oğlandan alıp açtı. İçindekileri görünce tatmin olduğunu belli edecek biçimde
hafifçe mırıldandı.
"Ne?" diye sordum merakımı bastıramayıp.
"İnci," dedi uzatmadan. Uşağa döndü. "Krala söyle, hediyesi bana onur verdi," dedi. "Ve ona
kendim teşekkür etmek için bunları akşam yemeğinde takacağım. De ki," diye gülümsedi sanki
aralarında özel bir esprisi varmış gibi, "karşısında'kaba değil, kibar bir metres bulacak."
Genç adam ciddiyetle başını salladı, ayağa kalktı, An-ne'in önünde yere kadar eğildi, sonra
bana dönüp cilveli bir reverans yaptı ve odadan çıktı. Anne kutuyu kapatıp bana uzattı. İncilere
baktım, altın zincire geçirilmişti ve muhteşem görünüyordu.
"Notunla ne demek istedin?" dedim. "Kaba değil, kibar olacağını söylerken?"
"Kendimi ona veremem," dedi, her kuruşunun değerini bilen bir seyyar satıcı gibi hiç
düşünmeden. "Ama bu sabah aramızda bir konuşma geçti, duadan sonra beni özel odasına
götürmek istedi ve gitmedim."
"Ne dedin?"
"Öfkemi bastıramadım," diye itiraf etti. "Bana bir fahişe gibi davrandığını, beni küçük
düşürdüğünü, kendini küçük düşürdüğünü ve Roma'dan doğru düzgün bir karar çıkma
olasılığını yok ettiğini haykırdım. Fahişe olduğumu düşünürlerse Katherine'in yerine geçmem
mümkün olmaz. Senden bir farkım kalmaz."
"Öfkeni bastıramadın mı?" diye sordum hikâyenin en kötü kısmını yakalayarak. "Ne yaptı
peki?"
"Geriledi," dedi Anne adama acır gibi. "Yere devrilen tavadan yanmış kedi gibi odayı terk etti.
Ama bak sonunda
BOLEYN KIZI ¦ 395
\
ne geldi? Beni üzmeye dayanamıyor. Fahişe gibi parmağımda oynatıyoaım."
"Şimdilik," diye uyardım.
"Ah, bu gece söz verdiğim gibi ona nazik davranacağım. Güzelce giyinip şarkı söyleyecek,
sadece onun için dans edeceğim."
"Ya yemekten sonra?"
"Beni ellemesine izin veriyorum," dedi hoşnutsuz bir tavırla. "Göğüslerimi okşamasına, elini
eteğimin altına sokmasına izin veriyorum. Ama asla elbisemi çıkartmıyorum. Ona cesaretim
yok."
"Peki, onu memnun ediyor musun?"
"Evet," dedi. "Bunda ısrar ediyor ve nasıl kaytaracağımı bulamıyorum. Ama bazen-" Pencere
kenarındaki koltuktan kalkıp odanın ortasına yürüdü. "Hortumunu çıkarıp elime verdiğinde
ondan nefret ediyorum. Kendimi aşağılanmış gibi hissediyorum, beni böyle kullanıp sonra..."
Öfkeden konuşamayacak durumda sustu. "Sonra doruğa erip aptal bir balina gibi inliyor, o
ıslaklık, o pislik ve ben kendi kendime..." Yumruğunu avucuna vurdu. "Kendi kendime diyorum
ki Tanrım, ah Tanrım, bir bebeğim olmalı ve bütün bunlar ziyan oluyor! Karnımda olması
gerekirken elimde ziyan oluyor! Tanrı aşkına! Günah olması bir yana, bu delilik!"
"Nasılsa her zaman yenilerini üretebilir," dedim hiç uzatmadan.
Hışımla gözlerini üzerime çevirdi. "Ama ben üretemem," dedi. "Şimdi bana dokunmak için deli
oluyor ama bunun için üç sene bekledi. Ya bir üç sene daha beklemesi gerekirse? Bu
görünüşümü nasıl muhafaza ederim? Nasıl hâlâ doğurgan kalabilirim? O altmışına kadar şehvet
dolu olabilir ama ben?"
396 ¦ Philippa Gregory
"Hakkında kötü düşünüyor mu?" diye sordum. "Yaptıklarının hepsi birer fahişe oyunu."
Anne başını iki yana salladı. "Bana olan şehvetinin devam etmesi için bir şeyler yapmalıyım.
Bana doğru atılması, benim de onu durdurmam ve bu ikisinin aynı anda olması gerekiyor."
"Yapabileceğin başka şeyler de var," diye önerdim.
"Söyle."
"Seni seyredebilir."
"Beni seyredebilir mi?"
"Sen kendine ellerken seni seyretsin. Buna bayılıyor. Şehvetten neredeyse ağlamaklı oluyor."
Belirgin bir biçimde bu fikirden rahatsız oldu. "Utanç verici."
Hafif bir kahkaha attım. "Soyunurken seni seyretsin, teker teker ve yavaş yavaş üzerindekileri
çıkart, en son iç elbiseni çıkartıp parmaklarını şeyinin kenarlarına yerleştir, açıp ona göster."