TED Meşale Dergisi Haziran 2014 18. Sayı | Page 18

Mesafelerin ortadan kalkması, dünyanın ortak gündemli, her akşam birlikte sofraya oturan, benzer eğilim ve alışkanlıklara sahip insanların yaşadığı dev bir ev haline gelmesinin önünü açtı. Bu durum, daha iyi koşullarda eğitim görmek, hastalıkların tedavi yöntemlerini keşfetmek gibi yaşamsal önem taşıyan kazanımlar sağlasa da kaynaklara erişim konusunda eşit olmayan bireylerin tüketimde eşitliğe zorlanmasına neden oldu. Tıpkı Sanayi Devrimi sonrası yaşanan ve sonu dünya savaşlarına kadar uzanan sömürgecilik süreçleri gibi. Buhar makinesinin endüstriyel üretimde kullanılması, fabrikaların kurulup gelişmesini sağlamış, üretim arttıkça hammadde, pazar ve işçi ihtiyacı o güne kadar düşünülmeyen boyutlara ulaşmıştı. Üretim, ihtiyaca veya talebe göre hesaplanmıyor, tek ölçüt kârın artırılması olarak görülüyordu. Daha fazla ve daha hızlı üretim isteği ekonomik, siyasi ve askeri açıdan zayıf durumdaki toprakların işgaline yol açtı. rünün hem doğayı hem insanı tahrip eder nitelikte olduğunu vurgulamak üzere bir gösteri düzenledi. Dünyada geniş yankı bulan bu gösterinin ardından çeşitli ülkelerden insanlar bir araya gelerek 1989 yılında Paris’te “Yavaş Yemek Manifestosu”nu yayımladılar. Buna göre hızlı gıda üretimini sağlamak için ekosisteme verilen zararların ve üretimde çalışan insanların haklarının korunmasının yolu, yerel biyoçeşitliliği teşvik eden, geleneksel pişirme yöntemlerini öne çıkartan, organik tarımın yaygınlaşmasını sağlamak için eğitimler düzenleyen, çiftçiye üretimin karşılığını veren bir anlayıştır. Böylece hem dünyadaki farklı lezzetler tek bir yeme alışkanlığının boyunduruğuna girmeyecek hem de sağlıklı nesiller yetişecektir. Ayrıca hızlı yaşamayı bir özgürlük göstergesi olarak kabul eden anlayışa karşı “hız bizim zincirimiz oldu” ifadesiyle birey özgürlüğünün, dayatılan hıza karşı çıkmaktan geçtiği de vurgulanmıştır. Günümüzde sömürgeciliğin kanlı yüzü bazı istisnalar dışında perdenin arkasında kaldı. Ancak hızlı üretim tutkusu canlılığını koruyor. Hızlı üretimin devam etmesi için gerekli olan hızlı tüketim ise çağımızın ciddi sorunlarından biri. Fast food olarak adlandırılan, hazırlanması ve tüketilmesi oldukça kısa zaman alan gıdaların yaşamımıza girmesi de bu sürecin bir sonucu. Aynı zamanda bu süreci besleyen, yeme içme gibi en temel ihtiyaçlar üzerinden yaşama bakışımızı şekillendiren bir olgu. Dünyanın her yerinde standart bir tat sunan, hangi malzemelerle hazırlandığı, insan sağlığına etkileri konusunda kesin bilgilerin kamuoyundan saklandığı bu yeme içme sistemi uzun süredir çevrecilerin ve sağlıklı beslenmek isteyenlerin merceği altında. Yeme içme alışkanlıkları, kişilerin ve toplumların biyolojik sağlığını etkilediği kadar kültürel yaşamı da etkiliyor. Beş dakikalık bir karın doyurma seansı için doğanın binlerce yıllık akışına müdahale etmeyi kendinde hak gören bir yaklaşım gezegenimizin geleceğini geri dönüşü mümkün olmayan bir felakete sürüklüyor. Dünyanın birbiriyle ilgisiz köşelerinde sürekli aynı şeylerin yenmesi kültürel çeşitliliği tüketen bir eğilim. Yerelliğin ortadan kalkması, hızlı üretim-tüketim zincirine kendini kaptırmış bir dünya için sorun teşkil etmeyebilir belki. Ancak tek tip gıda üretimi için aynı hammaddeye olan sonsuz ihtiyaç, diğer tarım ürünlerinin yerine bunların üretilmeye çalışılması, su kaynaklarının buna göre düzenlenmesi doğanın dengesine yönelen bir tehdit. İspanyol Merdivenlerinden Dünyaya Yayılan Akım Yavaş Yemek Hareketi Kentselleşiyor: Cittaslow 1986 yılında İtalya’nın başkenti Roma’da yer alan ünlü İspanyol Merdivenleri’nin tam karşısına bir fast food zincirinin şubesi açılmak istendiğinde, bir grup insan bu restoranın alanın tarihsel dokusunu bozacağını ve hızlı yemek kültü- Yavaş Yemek Hareketi, kısa bir süre içinde dünyanın gündemine oturmakla kalmadı, yeme içmeyi hazırlayan arka planın, yani gündelik yaşayışın da bu hızdan arındırılması dillendirilmeye başlandı. 1999 yılında İtalya’nın dört küçük YAŞAM 15