TED Meşale Dergisi Haziran 2013 16. Sayı | Page 52

geçirdiği zamanlar nedeniyle, mektup Nâzım Hikmet için ayrıca önemli bir edebi tür haline gelir. Kimi zaman Orhan Selim adını kullanarak, kimi zaman imzasız şekilde uzun yıllar boyunca Aydınlık, Yeni Gün, Akşam, Tan, Resimli Ay gazetelerinde hemen her konuda yazılar kaleme alır. Ancak şair Nâzım Hikmet, her zaman esas olandır. Diğer yazın türlerindeki eserleri de hep şiirin ana yolundan geçerek belirli bir noktaya varır. Tanzimat dönemiyle başlayan edebiyatta yenileşme hareketleri ve arayışlar özellikle şiir alanında Nâzım Hikmet’le birlikte hem içerik hem biçim olarak farklı bir nirengi noktası oluşturur. Ancak içerik değişirse biçimin de değişebileceğine inanan Nâzım Hikmet, Kurtuluş Savaşı’yla başlayan dönemin yaşamda da yeni bir yola açılacağının farkındadır ve yeni bir yaşamı da ancak yeni bir şiirin, -biçimin- içeriğin- karşılayacağını düşünür. 835 Satır (1929), Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932), Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936), Kurtuluş Destanı (1965), Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967), bütün şiirleri her dönemde ilgi çekmesine rağmen, öne çıkan eserleri arasındadır. Dünya üzerinde pek az şair onun konumunda olduğu gibi, bir kırılma noktasında durur. Modern Türk şiirinin ya da Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin bu oluşum sürecinde neredeyse kendinden sonra yazılacak şiir için ilk durak niteliğini taşır. İlk yıllarda Yahya Kemal, Faruk Nafiz Çamlıbel gibi şairlerden etkilense ve izler taşısa da giderek kendi şiirini kurar. Özellikle konuşma dilini de şiire dahil edişi, o döneme dek alışılagelmiş şekilde ilerleyen ölçüyü ve belirli bir biçimi haiz olan şiiri serbest bir ölçüde yazması, dizelerin ve genel olarak biçimin bütünlük ve ahengi kaybetmeden başka bir şiir evrenine dönüştürmesi, şiire sesleri, nidaları dahil edişi ile yol açıcı olur. 50 Bütünüyle şiirin ekseninde dönen bir yaşamı sürmesi, doğallıkla hemen hemen her türlü temanın şiirine dahil edilmesine neden olmuştur. Bu anlamda içerik olarak da son derece zengin bir şiire varmıştır. Öte yandan, sadece Türkçe yazılan şiir açısından değil tüm dünya şiiri açısından da çok önemli bir yere sahip olan Nâzım Hikmet, o dönemin ceza yasalarına dayanılarak “komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkarılmıştır. 12 yıllık hapis hayatının sonunda tekrar Sovyetler Birliği’ne gittiğinde, bu kez alınan kararın da etkisiyle bir daha ülkesine dönememiş, 3 Haziran 1963 yılında Moskova’da yaşamını kaybetmiştir. Bu dönem içerisinde şiirleri elden ele, dilden dile dolaşmış, kimi zaman bestelenerek müzik sanatıyla yine kalıcı başka bir yapıya bürünmüş, düşünceleri ve mücadelesi geride bıraktığı insanlara bayrak olmuş ve iyi şiirin, şiiri hayatına dahil eden bir şairin en verimli örneklerinden birini teşkil etmiştir. Nâzım Hikmet’le ilgili son yıllarda yaşadığımız en önemli şey ise, 2009 yılında Nâzım Hikmet’in Türk vatandaşlığından çıkarılmasına dayanak olan ceza maddelerinde gidilen değişikliğin ardından 58 yıl sonra tekrar Türk vatandaşı olarak kabul edilmiş olmasıdır. O günlerin deyimiyle büyük şaire “iade-i itbar”da bulunulur. Nâzım Hikmet’in Bakanlar Kurulu kararıyla tekrar Türk vatandaşlığı