si geçen yıllarda, iki ülke arasındaki değer farklarıyla
açıklanabilir sanıyorum.
Ölü Ozanlar Derneği / Dead Poets Society (1989)
yine “idealist öğretmen” - “sorunlu sınıf/ öğrenciler”
çatışmasını izliyoruz. Michelle Pfeiffer’ın canlandırdığı LouAnne Johnson, Amerika’nın “kıyıda kalmış”
bir mahallesinde öğretmenliğe başlar. Öğrencilerin
çoğu yoksul alt sınıflardan gelme, siyahi veya hispanik çocuklardır. Uyuşturucuyla ve çetelerle içli dışlı
bu çocuklara ulaşmaya çalışan Johnson, müfredatı
çocukların ilgi dünyasına adapte ederek az da olsa
başarıya ulaşır. Hamile kaldığı için okulu terk eden,
başı çeteyle belaya giren öğrencilerle tek tek ilgilenmeye çalışır. Hatırı sayılır bir başarı elde edemese
de, öğrenciler onu benimsemiştir ve bırakmak istemezler.
Ölü Ozanlar Derneği’ni saymazsak, Hollywood sinemasındaki “idealist öğretmen” - “sorunlu sınıf”
anlatılarında, problemli okulun genellikle kenar mahallelerde, şehrin yoksul veya dışlanan kesimlerinde
yer aldığını görebiliriz. Tıpkı Dangerous Minds gibi,
bu “yoksul” veya “siyahi /etnik” ve doğuştan hayata
mağlup başlayan öğrencileri kurtarmak üzere daha
orta/üst sınıfa mensup, “beyaz” bir idealist öğretmen çıkagelir. Oysa Yeşilçam’da aynı hikayenin tersten kurulduğunu görmek mümkün: Hababam Sınıfı,
Kızlar Sınıfı gibi 1970-80’li yıllarda çekilen filmlerde,
“sorunlu” öğrenciler her zaman özel okul öğrencileridir. Onları “düzeltmeye” gelen öğretmen ise daha
alt sınıflara mensup, daha mütevazı kökenleri olan
kişilerdir, “halktan”dırlar. Bu ilginç fark, özellikle bah-
Sakıncalı Düşünceler/Dangerous Minds (1995)
58
Hollywood-Yeşilçam arasında göze çarpan bir başka fark da, aynı yapıdaki hikayelerde, odağa alınan
öğrencinin miktarıyla ilgili: Yeşilçam’da Hababam
Sınıfı, Kızlar Sınıfı, topyekun “akıllanır”, topluca özür
diler, topluca yaramazlık yapar. Filmin sonunda sınıfın bütün öğrencileri, beraberce bir dönüşüm geçirir. İdealist öğretmen, sınıfı toptan “düzeltir”. Oysa
aynı hikayenin Hollywood örneklerinde, öğretmenin
gücünün sınıfın tamamına yetmediğine şahit oluruz.
Sınıf topluca ele alınmaz, içinde çürük elmalar da
vardır, ama uygun koşullar altında parlayacak pırlantalar da barındırmaktadır. Öğretmen, bu parlak
öğrencilere yönelir; veya öğretmenin çabaları öğrencilerin tamamına değil, bazılarına ulaşır. Kolektif/topyekun bir dönüşüm, Hollywood’un dünyasında yer
almaz. Bu farkı, ABD’nin bireye vurgu yapan, bireyin
başarısına odaklanan yaşam felsefesine bağlayabileceğimizi düşünüyorum. Oysa 1970’li 80’li yıllarda
Türkiye’de, bugün olduğu ölçüde bir bireysellik anlayışı topluma hakim değildi.
Okul (2003)
Yön: Taylan Biraderler
İşte, Taylan Biraderler’in 2000’li yılların başında çektiği “Okul” adlı film tam da burada bir kırılma noktası
olarak karşımıza çıkıyor. 1980’lerde krize giren ve
90’larda neredeyse durma noktasına gelen Türk sineması 2000’lerle birlikte yeniden canlanırken, Taylan Biraderler yeni bir okul filmine imza attılar. Ancak
süregelen geleneğin aksine, bu sefer bir komedi filmi
yerine bir korku filmine sahne oldu okul. Bu okul,
hiçbir idealist öğretmenin kimseyi “kurtarmaya” gelmediği, bir avuç öğrencinin tek başına kaderine terk
edildiği bir okuldur. Bu kasvetli ve korkutucu okul,
aynı zamanda 2000’li yıllarda öğrencilerin ruh halini
yansıtır gibidir. Türkiye son 20 yılda büyük bir top-
Okul (2003)