Canlıların sınıflandırılması da yüzyıllara
yayılan çalışmaların sonunda bugünkü
yöntemine kavuşur. Bilimsel araştırmalara
sağladığı kolaylıkların yanı sıra doğa
hakkındaki bilgileri daha yalın biçimde
edinmek, öğrencilere konuyu daha rahat
aktarmak bakımından oldukça önemli
olan taksonominin (sınıflandırma bilimi)
temelleri, İngiliz bilim insanı John Ray
(1627-1705) tarafından atılır. Yaklaşık 18
bin bitki çeşidini sınıflandıran ve farklı
özellikler taşıyan tekil organizmalar için
“tür” kategorisini ortaya koyan Ray’den
sonra çağdaş taksonominin kurucusu kabul
edilen İsveçli Carolus Linnaeus (1707-1778)
sahneye çıkar. Linnaeus’un geliştirdiği,
günümüze kadar kimi güncellemelerle son
halini alan taksonomiye göre canlılar en
genel ortak özelliklerden tekil niteliklere
doğru şu temel kategoriler altında sıralanır:
Âlem>Grup>Sınıf>Takım>Familya>Cins>Tür.
Çok tanıdık bir canlı üzerinden örneklenirse
“kedi”, hayvanlar (Animalia) âleminin
kordalılar (Chordata) grubunun, memeliler
(Mammalia) sınıfının, etçiller (Carnivora)
takımının, kedigiller (Felidae) familyasının,
Felis cinsinin, Felis catus adlı türüdür.
Biyolojide kedinin Felis catus, insanın Homo
sapiens gibi ikili adlarla anılması da ilkin
Linnaeus’un kullandığı, sağladığı kolaylık
sayesinde türlerin isimlendirilmesinde
benimsenmiş bir yöntemdir. Dikkat edilirse
insan kedi ile aynı âlem, grup, sınıf ve
takımda yer alır. Özellikler spesifikleştikçe
canlıların bulundukları kategorideki nüfus
azalır. Tür ise tanımlı organizmaların yalnız
kaldıkları kategoridir. Bu kurala istisna teşkil
eden örnekler ise canlılığın geçmişine ve
geleceğine ilişkin ilginç bilgiler sunuyor.
YAŞAYAN FOSİL
Türkçede yaygın olarak “mabet ağacı”
adıyla bilinen, yer yer “gümüş kayısı”,
“filkulağı”, “kız saçı”, “Çin yelpaze çamı”
şeklinde anılan Ginkgo biloba, taksonomide
enteresan bir yere sahip. Bitkiler (Plantea)
âlemine dahil olan ağaç, bu âlemdeki
Ginkgophyta isimli özel
bölümünün içinde
değerlendiriliyor.
Ait olduğu takım,
(Ginkgoales), familya
(Ginkgoaceae) ve
cinsin (Ginkgo) kendisinden
başka üyesi bulunmuyor. Yani
Ginkgo biloba en genel özellikleriyle
bir bitki ancak hiç yakın akrabası yok.
Çin Budizmi ve Konfüçyüs öğretisinde
sembolik anlamlara sahip olan, bu yüzden
Çin-Japonya-Kore üçgeninde binlerce
yıldır tapınak bahçeleri ve çevrelerinde
sıkça rastlanan Ginkgo biloba 1690 yılında
bölgeye gelen Alman seyyah Engelbert
Kaempfer tarafından bilim literatürüne
kazandırılmıştır.
Ginkgo biloba’nın taşıdığı çarpıcı ve
ayırıcı özelliklerin başında bir “yaşayan
fosil” olması geliyor. Yaşayan fosil, en
genel tanımıyla yaşayan yakın akrabası
bulunmayan, milyon yıllarla ifade edilen
zaman dilimleri içinde genetiğinde çok
düşük düzeyde değişim gözlenmiş canlıları
tanımlamak için kullanılan bir terimdir.
Ginkgo biloba’nın dinozorların yeryüzünde
olduğu, günümüzden 251 milyon yıl
önce sona ermiş Permiyen Dönemi’nden
kalan fosilleri ile bugün yaşayan örnekleri
arasında büyük benzerlikler keşfedilmiştir.
Dünyadaki karalar tek parça halindeyken
(Pangea) ikiye bölünmesiyle oluşan
iki parçadan kuzeyde kalan dev kıta
51