TED Meşale Dergisi 30.Sayı | Page 42

Kısa sayılacak bir zaman dilimi içinde, edebiyatın merkezine yerleşen romandan sonra kısa hikayeler de yeni bir edebi tür olarak kültür hayatında yerini alır. 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Fransız yazar Guy de Maupassant ile Rus yazar Anton Çehov öyküleriyle neredeyse tüm dünyada tanınan kalemler olmuştur. Bu iki isim aynı zamanda iki farklı öykü türüne adlarını verecek; olay örgüsünün öne çıktığı öyküler “Maupassant tarzı”, durumların, yaşam kesitlerinin, kişilerin duygusal gelgitlerinin öncelendiği öyküler “Çehov tarzı” olarak anılacaktır. Guy de Maupassant 1850-1893 Anton Çehov 1860-1904 Sözü edilen dönemde bir yandan çöküşünü durdurmaya, diğer taraftan Avrupa’nın son iki yüzyılda geçirdiği dönüşümü hızlı biçimde hayata geçirmeye çalışan Osmanlı Devleti’nde edebiyat camiası oldukça hareketlidir. Divan Edebiyatı’nın kalıpları terk edilmiş, çağdaş Fransız şiirinin etkisiyle yeni denemelere girişilmiştir. Kısıtlı olanaklarla olsa da gazete ve dergilerin yaygınlaşmasıyla düşünce yazıları kültür hayatımıza girmiş, çeşitli dillerden yapılan roman ve oyun çevirileriyle nesir alanında ilk örnekler ortaya çıkmaya başlamıştır. Daha sonra romana yönelecek ve asıl ünlerini burada kazanacak Sami Paşazâde Sezai, Hüseyin Rahmi (Gürpınar), Halit Ziya (Uşaklıgil) gibi isimlerin yanı sıra 36 yıllık kısa ömrü boyunca öykü türünde ısrar edecek, bu edebiyat disiplinini geleneksel hikaye anlatma biçiminin dışına çıkaracak özgün adımları atacak, bu yönüyle de Türk öykücülüğünün kurucusu sayılacak isim ise Ömer Seyfettin olacaktır. Ömer Seyfettin, 1884 yılında Gönen’de (Balıkesir) dünyaya gelir. And adlı öyküsünün girişinde yer alan “Ben Gönen’de doğdum” cümlesi, bugün, altında Ömer Seyfettin imzasıyla ilçenin girişinde büyük bir levhada Gönen’e girenleri karşılamaktadır. Babası Osmanlı ordusunda subaylık yapan Ömer Seyfettin’in annesi, oğlunun eğitim hayatının tayinler nedeniyle çeşitli şehirler arasında geçmesini önlemek amacıyla küçük Ömer’le birlikte İstanbul’a yerleşir. Burada Baytar Rüştiyesi’ni bitiren Ömer Seyfettin, baba mesleğine yönelmek üzere Edirne Askeri Lisesi’ne kaydolur. Yazar, bu okulda edebiyatın büyülü dünyasıyla tanışacak, edebiyat heveslisi her genç gibi şiirler karalamaya başlayacaktır. İlk şiiri, 1901 yılında Harp Okulu öğrencisiyken yayımlanan Ömer Seyfettin bundan iki yıl sonra mezun olarak teğmen rütbesiyle orduya katılır. 1911’e kadar çeşitli birliklerde görev yapan Ömer Seyfettin, yaşamını edebiyat uğraşıyla sürdürmek niyetiyle subaylıktan istifa eder. Ancak Balkanlar’da bulunduğu yıllarda yakından şahit olduğu hareketlilik onu edebiyatla birlikte siyasete yönlendirir. Balkan Savaşları patlak vermek üzeredir, Osmanlı Devleti çöküşün eşiğindedir. Uzun yıllardır süren toprak kayıplarına yenileri eklenecek, üstelik bu kez milletin bağımsızlığı da tehlikeye düşecektir. Bu düşüncelerle kaydolduğu İttihat ve Terakki Fırkası’nın gayriresmi yayın 41