18. yüzyıl ortalarında başlayan Endüstri
Devrimi’nin ekonomik, toplumsal ve
siyasi gelişmeleri tetiklediği, olumlu
veya olumsuz bugünümüzü belirleyen
onlarca olayın temelinde yattığı biliniyor.
Geçtiğimiz 200 yıla kabaca baktığımızda
Avrupa’da sanayileşmenin başlamasıyla
hammadde ihtiyacı dolayısıyla
sömürgeciliğin filizlendiğini, bu sürecin
I. Dünya Savaşı’na zemin hazırladığını
görüyoruz. Öte yandan bugün “çalışma
hayatı” dediğimiz ve hiç sorgulamadan
kendimizi içinde bulduğumuz düzen,
günde üç öğün yemek gibi bir alışkanlık.
“Boş zaman değerlendirme” gibi bir
kavram da aynı kaynaktan doğuyor.
Nasıl ki 2000 sonrası doğumlu bireyler
günümüzde cep telefonu ve internetin
olmadığı bir dünyayı hayal etmekte
zorlanıyorsa 20. yüzyıl insanı da Endüstri
Devrimi sonrası ortaya çıkan kavramların
yokluğunu düşünemiyordu. İnsanlık
tarihi için çok çok kısa sayılacak bir
zaman diliminde dünyanın her köşesinde,
gündelik alışkanlıklardan devlet
yönetimine her alanda etkili sonuçlar
doğuran bu devrimden yaklaşık 120 bin
yıl önce gerçekleşen başka bir devrim
ise hâlâ etkisini sürdüren, dahası insan
türünün biyolojik ve kültürel evrimini
şekillendiren niteliğe sahipti. Etkisi öyle
büyük ve köktendi ki o günden bu yana
değişen her şey aslında yalnızca biçim
değiştirdi. Kendisinden önceki yaklaşık
2,5 milyon yıl boyunca insan türünün
hayatta kalabilmek için boğuşmak
zorunda olduğu güçlükleri azalttı;
şehirlerin, devletlerin kurulmasını, kültür
dünyasının oluşmasını sağladı. Üstelik
Tarım Devrimi adlı bu sürecin altında
yatan, bir avuç tohumdu…
Politik devrimler bir başlangıç tarihiyle
saptanabilir. Fransız Devrimi’nin 1798,
Sovyet Devrimi’nin 1917’de gerçekleştiğini
söyleriz. Ancak söz konusu yıllarda
yaşananlar bir sürecin ürünüdür;
üstelik süreç tamamlanmamış, sonraki
yıllarda da etkisini sürdürmüştür.
Doğaya veya toplumsal
yaşama baktığımızda ise de
geniş etkileri olan olayların bir
çırpıda doğmadığını görürüz.
Değişimi hazırlayan koşulların
devrimin ertesi günü ortadan
kalktığını, bambaşka bir akışın egemen
olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
Homo sapiens’in yeryüzündeki son 120
bin yılını şekillendiren Tarım Devrimi
de birdenbire gerçekleşmediği gibi
Endüstri Devrimi’nden sonra da etkilerini
yitirmemiştir. Yani insanlık hem düz,
hem mecaz anlamıyla, hâlâ o küçük
tohumların ürünlerini topluyor.
Yazının icadından binlerce yıl öncesinden
söz ettiğimize göre bu konudaki tek
kaynak arkeolojik buluntulardır. Dünyanın
her köşesinde süren arkeolojik kazılarda
rastlanan yeni buluntular bugüne dek
bilinenleri gözden geçirmeye zorlamakta,
bazen çok uzun zaman dilimlerinin
tarihinin yeniden yazılmasını zorunlu
kılmaktadır. Eldeki buluntular üzerinden
oluşmuş yaygın kabule göre en uzak
atalarımız önce ölü hayvanların etlerini ve
yabani bitkileri yiyerek hayatta kaldılar.
Alet yapımının gelişmesiyle hayvanları
avlamaya başlayan insan soyu uzun
süre avcı-toplayıcı bir yaşam sürdü. Bu
döneme ait bulgular insanların küçük
gruplar halinde, ama belli bir bölgeye
yerleşmeden, mevsim koşullarına göre
avlanacak hayvanların ve meyvesi
toplanabilecek bitkilerin peşinde yer
37