TEKNOLOJİ
A KAL
D
Y
A
Z
U
SİBER
A
BİLE
A
K
R
İ
B
BA L I K
İnternetin hayatımızda kapladığı alanın her geçen gün arttığına tanıklık ediyoruz.
Kendisinden önceki üç büyük endüstriyel sıçramaya (buhar makinesi, elektrikli
seri üretim, dijital otomasyon) atıfla “Endüstri 4.0” olarak adlandırılan çağda artık
“nesnelerin interneti” (internet of things) kavramıyla tanıştık. Daha önce üretim
yöntemlerindeki değişiklikler kuşkusuz başka alanlarda da etkili olmuştu. Ancak
internet ve onunla birlikte çeşitlenen teknolojiler hayatımızın her alanına yayıldı.
Bununla kalmadı, dünyaya bakışımızı değiştirmekten, deyim yerindeyse yeni bir
insan tipi yaratmaya kadar pek çok gelişmeyi beraberinde getirdi.
Türkiye söz konusu olduğunda çok eskiye gitmeye bile gerek yok, 1980’lerde
şehirlerarası telefon görüşmesi yapmak için günlerce sıra beklemek söz konusuydu.
1970’li yıllarda her evde bulunmayan televizyon, komşuluğa yeni bir anlam
kazandırmıştı. İkinci televizyon kanalı 1986’da, özel televizyonlar 1989’da açıldı.
Şimdi bunları söylemek şaka gibi gelebilir. İşte bunlara inanmakta zorlanacak,
internet teknolojilerinin içine doğmuş yeni nesil için kullanılan bir kavram var:
“Dijital Yerliler”
14
Amerikalı yazar Marc Prensky’nin 2001
yılında yayımlanan On the Horizon
adlı kitabında ortaya attığı “dijital
yerliler” ve “dijital göçmenler” (digital
natives-digital immigrants) kavramları
günümüz insanlarını teknolojiyle
kurdukları bağ bakımından tanımlıyor.
“Öğrencilerimiz radikal biçimde değişti.
Bugünün öğrencileri artık bizim eğitim
sistemimizin kendilerini eğitmek üzere
tasarlandığı kişiler değil” saptamasıyla
başladığı yazısında Prensky’nin
Amerika Birleşik Devletleri’ni baz
aldığını unutmamak gerek. İletişim
teknolojilerindeki gelişmeler dünyayı
“küresel köy”e çevirdiği için, bir yerdeki,
özellikle etki alanı geniş bir ülkedeki
değişiklikler tüm gezegeni kısa sürede
sarıyor. Bu yüzden sorun ABD ile sınırlı
değil.
Prensky, dijital teknolojilerle bebeklik
çağında tanışmış, bu teknolojinin
gereçlerini kullanmayı anadil edinimi
sırasında öğrenmiş kuşak için “dijital
yerliler” tanımını kullanıyor. Onların
ebeveynleri ve öğretmenleri ise bu
teknolojilerle daha ileri yaşlarında
tanışmış, yeni teknoloji çağına
önceki çağdan “göç etmiş” “dijital
göçmenler”dir.
Kavram ikilisi bir eğitim sorunu olarak
ortaya çıkar. Yazarın dikkat çektiği soru
dijital göçmenlerin dijital yerlilere eğitim
verip veremeyeceğidir. Prensky’nin
çözümü eğitimi dijital yerlilerin
yatkın olduğu enstrümanlara göre
şekillendirmek; öğretmeni, müfredatı yok
etmek değilse bile klasik veya modern
eğitime oranla etkisini azaltmaktır. Yazara
göre dijital çağdan önce doğup yetişmiş
öğretmenler dijital yerlilerin dünyasını
tanımıyordu. Ders işleme biçimleri
onları öğrenmeye veya ders saatinde
konsantrasyonlarını toplamaya motive
etmemektedir. Çünkü dijital yerlilerin
alışkanlıkları bilgisayar, cep telefonu
ve tabletlerin sunduğu imkanlarla
şekillenmiştir. Buna paralel olarak sosyal
ağların sunduğu “kendini ifade etme”
özgürlüğü dijital yerlilerin en belirleyici
özelliğidir. Eğitim söz konusu olduğunda
sınıfta baskın karakterin öğretmen olması
dijital yerliler için önemli bir sorun teşkil
eder.
Daha önce Y kuşağı, Z kuşağı gibi
sınıflandırmalar yapılmıştı. Bu kuşaklara
ait belirleyici özellikler sıralanmıştı. Ancak
Marc Prensky’nin ortaya koyduğu kuşak
tanımı önceki kuşaklardan bir kopuşu
dile getiriyor. Prensky, söz konusu
kuşağın yeni teknolojiyle yetişen ilk kuşak
olduğunu vurgulayarak dijital yerlilerle
dijital göçmenler arasında bir “dil farkı”
olduğunu söylüyor. Bunun çözümü için
uzmanlık alanı olan eğitimden örnekler
veriyor. Prensky, dijital yerlilerin eğitimi
konusunu yöntem ve içerik olarak iki
başlık altında inceliyor. Eğitimcilerin
dijital yerlilerin dilini ve yaşam tarzını
öğrenmek zorunda olduğunu belirten
yazar, yöntemin klasik usulde olduğu
gibi öğretmenin bilgi aktarması şeklinde
değil, aynı konuyu daha hızlı, parça
parça ve konuyla ilgisiz görünen farklı
alanlardan yardım alarak işlemesi
gerektiğini ifade ediyor. Eğitimin içeriği
konusunda “miras” ve “gelecek”
15