İlhan Berk’in 1935 yılından beri çeşitli
dergilerde yayımlanan şiirlerini topladığı
ilk kitabı “İstanbul”, 1947’de yayımlanır.
“İstanbul”u 1952’de “Günaydın Yeryüzü”,
1953’te “Türkiye Şarkısı” izler. Bu üç
kitap, belki de göze en çok çarpan
özelliği sürekli değişim olan İlhan
Berk şiirinin ilk aşamasını oluşturur.
Bu dönemin başında yoğun, sonlarına
doğru hafiflemiş bir Nâzım Hikmet
etkisi sezilir. Destanların coşkun diline
yaslanır İlhan Berk. Destansı anlatımı,
Fransız sembolizminden aldığı etkilerle
beslemeye çalışır. Ama yine de şiirini
besleyen ana damar gerçekçiliktir.
Geleceğe dönük toplumsal özlemler
de bu dönemin birincil teması olarak
karşımıza çıkar.
İlhan Berk’in İstanbul, Günaydın Yeryüzü
ve Türkiye Şarkısı döneminde yazdığı,
kendi deyimiyle “çarşaf gibi” uzun
ve birbirine eklenerek akan dizeler,
şairin edebiyat çevrelerince “Türk Walt
Whitman’ı” olarak adlandırılmasını
beraberinde getirir. Walt Whitman’ın
çağdaş Amerikan şiirinin kurucusu
kabul edildiği düşünüldüğünde, bu
adlandırmanın aslında Berk’e önemli
58
bir misyon yüklediği de anlaşılır. Ancak
İlhan Berk, şiirini hiçbir durakta uzun
süre bekletmemiş, bazen güzergâh
dışındaki duraklara uğrayıp yolunu
uzatmış, hayatı boyunca bir tarafa
yaransa da diğer tarafı küstürmüştür.
İlhan Berk’e bu anlamda bir kuruculuk
atfedilemese de pek çok bakımdan öncü
hareketlerinin olduğunu belirtmemek
haksızlık olur. Sözü ona bırakırsak, bu
çalışmasını şöyle açıklayacaktır: “Bütün
ozanlar en büyükleri için çalışır. Bütün
ayakkabıcıların en iyileri için çalıştıkları
gibi…”
şiirin
kiliği,
anlatış
Şiirle buluşmamız ki
tansıkla buluşmadır
bu, neredeyse
dünyaya yeniden
gelmektir. Bu
da her şeyi yeni
görüyor, dokunuyor,
öğreniyoruz
demektir.
1950’lerin ortalarında filizlenen ikinci
yeni şiirinin öncülerinden biri de İlhan
Berk’tir. İlhan Berk’in 1956’da yayımladığı
“Köroğlu”, onun ilk üç kitabında
yakaladığı söyleyişten uzaklaşmaya
başladığının ilk işaretlerini verir. 1958’de
çıkan “Galilei Denizi” ise dönemin ve
bu şiir anlayışının en çok ses getiren
eserlerinden olur. Bu kitapta ortaya
koyduğu anlayış, özellikle anlamın
mümkün olduğunca geride tutulması,
ahengin mısraları aşarak şiirin tamamına
yayılması gibi özellikler bu yetkin şiirin ilk
bakışta okuyucuya geçen özelliğidir.
vurmuştur onlara. Bunun için hala
belleğimdedir bazı şiirler, ama bütünüyle
bir dil simyacılığı diye bakarım ona.
Yalnız ona mı? Dilin ileri karakolculuğu
o kitaplarda yatar daha çok. Özellikle
Mısırkalyoniğne yel değirmenleri yerine
dile savaş ilan etmiş Don Kişot’a benzer.
O kitaplarımı pek elime almayışım, dille
savaşımı yeterince yapmış olmamdandır
belki de. Bu üç kitabın konusu nedir diye
sorulsa, dildir derim.
İkinci Yeni’yle birlikte başlayan şiirde
İlhan Berk şiirinde ikinci evre, Türk
şiirinde İkinci Yeni denilen döneme
denk gelir. 1953 yılında Yenilik
dergisinde yayımladığı “Saint-Antoine’ın
Güvercinleri” adlı şiir, o güne kadar
ilerlediği gerçekçi çizginin bir hayli
dışında kalır Berk’in. Bu şiirin bazı genç
şairleri etkilemesi, İlhan Berk’in de artık
anlamı daha gerilere iten, resimdeki
gibi bir görselliği deneyen şiirleri ardı
ardına yayımlaması, Saint-Antoine’ın
Güvercinleri’nin tekil bir deneme
olmadığını gösterir.
yenilik tartışmasında da söyleyecek
sözleri vardır İlhan Berk’in: “Bir şiirin
yeniliği, eskiliği, çağdaşlığı anlatış
biçiminde, yani yapısındadır. İçeriğin
yeniliği onu kurtarmaz. İlle de
içerikle biçimi ayırmak gerekiyorsa,
yeni dediğimiz içerik, şiirin yapısına
uymuyorsa, o şiirin yeni olduğu çok su
götürür.” Bu sözleriyle gökkubbe altında
söylenecek yeni bir şeyin kalmadığına,
üzerinde çalışılması gerekenin
söyleyiş olduğuna dikkat çeker.
Verili dünyanın insanın canını yakan
yanının onun mevcut biçimi oluşundan
hareketle bu biçime müdahale ederek
insan mutluluğu için kanallar açma
çabasındadır şiirinde hiçbir zaman
umutsuzluğa yer olmayan İlhan Berk.
Saint-Antoine’ın Güvercinleri’nden
sonra, hep bir bütünlük içinde anılacak
üç kitap yayımlar 1960, 61 ve 62
yıllarında İlhan Berk: “Çivi Yazısı”,
“Otağ” ve “Mısırkalyoniğne”… Yıllar
sonra bir yazısında şöyle söz edecektir
bu kitaplarından: “Çivi Yazısı, Otağ,
Mısırkalyoniğne gibi kitaplarıma gelince,
onlar pek seyrek elime alıp baktığım
kitaplarımdır. Çivi Yazısı, kimi yeni
duyarlıklar koyar, bir yaşam biçimi
İlhan Berk’in 1972 yılında yayımladığı
“Şenlikname” ve 1975 tarihli “Taşbaskısı”,
nesnelerin aşırı biçimde vurgulanmasıyla
dikkat çeker. Bu kitaplarla birlikte İlhan
Berk, bütünden koparak parçaları
mercek altına alır. Bu dönemde
ayrıntıların gittikçe bütünün önüne
geçtiği ve şiirinde yeni bir evreye yol
aldığı görülür. Şairliğinin yanı sıra bir
ressam olan İlhan Berk, Şenlikname’de
tablolardan yola çıkar. Bir çeşit resim
okuma denemesidir bu kitabındaki şiirler.
Taşbaskısı ise ileride “Şeyler Kitabı”
adıyla yayımlayacağı nesne merkezli bir
şiir yaklaşımının ilk örneğidir.
İlhan Berk’in 1976’da yayımlanan
“Atlas”ta bu vurguyu nesnelerden “şairin
beni”ne çevirmesi, şiirin aforizmalardan
örülen bir metne dönüşmesine neden
olacaktır. Son yıllarında bu tavrı iyice
benimser İlhan Berk, şiirden aforizmaya
kayar gibi görünür.
59