TED Meşale Dergisi 26. Sayı | Page 52

kültür - sanat ostlarının ve onu tanıma şansına erişmiş olanların tanımlamalarıyla o Afrikalı bir büyücü, 19. yüzyıldan kalma bir nihilist, bir İstanbul beyefendisi, çelebi tavırlı bir heykel ustası… 4 Şubat 1976’da atölyesinde geçirdiği elim bir kaza sonucu genç yaşta aramızdan ayrılan Kuzgun Acar, 1961’de Paris’te düzenlenen Uluslararası Genç Sanatçılar Bienali’nde “Paris Kenti Birincilik Ödülü’nü kazanarak Türkiye’yi heykel alanında uluslararası platforma taşımayı başarmış nadir sanatçılardan ve pek tabii ki Türk soyut heykel tarihinin en önemli heykeltıraşlarından biridir. Can Yücel’in deyimiyle, Acar ile ilgilenmek “Arkeolojik kazı yapmaya benzer.” Büyük bölümü duyarsızlık ve imkânsızlık nedeniyle günümüze kadar ulaşamayan eserlerini ve katman katman derinleşen sanatçı kişiliği ile Kuzgun Acar’ı tanımak gerçekten iğneyle kuyu kazmak gibidir. TÜRK HEYKEL SANATI- NIN KUZGUN 50 ASİ ÇOCUĞU ACAR Nüfus cüzdanındaki tam adı ile Abdülahet Kuzgun Çetin Acar, Habeş kökenli bir anneden 1928’de İstanbul’da dünyaya gelir. İçinde yaşadığı yüzyıl ve eğitim gördüğü yıllar; onun hayat görüşünü, insanı ve sanat yapıtını algılayış biçimini derinden etkilemiştir. Türk sanat ortamlarında soyut sanat tartışmalarının çoktan başladığı 1953 yılında, Devlet Güzel Sanatlar Akademisinden heykeltıraş olarak mezun olan Acar’ın kendini ifade edişi soyut heykelde karşılığını bulmuştur. Bu anlayış, şüphesiz yepyeni arayışlara yönelme ihtiyacı içinde olan genç Kuzgun’un sanat yolculuğunun nirengi noktasıdır. Nefessİz kalınan b İ r d ü n ya d a n e f e s a l m aya çalışı a n l at m a k t ı r s a n at. Sanatçı, soyuta yönelişlerinin haberini veren eserleri ile oluşturduğu “Doğa ve Heykel” isimli ilk kişisel sergisini 1952’de akademinin üçüncü sınıfında iken Maya Sanat Galerisinde açmıştır. Öğrencilik yıllarından itibaren farklı malzemelere ilgi duymuş; sanki içgüdüsel olarak seçtiği bu malzemelerle soyut kompozisyonlar üretirken heykel sanatının en büyük problemlerinden biri olan hacim sorununa da özgün çözümler sunmuştur. Acar, genel hatları ile önce Afrika sanatının etkilerini taşıyan ve stilizasyon ağırlıklı ahşap heykellerle başlattığı yaratım sürecini, doğada bulunan hazır malzemelerle (ağaç dalı, kütük, ip, keçe sapı, bakır gibi) yapılmış soyutlamalar, seramik heykeller ve kısa sürede bükülüp yapılıvermiş izlenimi uyandıran tel heykeller ile devam ettirmiştir. Bu tel heykeller zorlu bir işçiliğin sonucundan çok, parlak bir buluşun sonucunda çıkmış gibidir. Tel plakalarla yaptığı işler heykelin kütle, mekân ve boşluk gibi temel kavramlarının bambaşka bir şekilde algılanmasını sağlamıştır. Asıl atılımını ise 1957’de yapmış, o döneme değin kimsenin denemediği “elek teli” üzerinde çalışmaya başlamıştır. Elek tellerinden yaptığı buluta benzeyen, boşlukta sallanan ve çevrelediği boşluğu da görünür kılan bu heykeller, heykeltıraşın hacim sorununa yaratıcı bir çözüm getirmiştir. Kısaca elek teli hem yeni bir malzeme hem özgün bir çözümdür heykel tarihi için. Ne yazıktır ki, Türk heykel sanatındaki yeni soyut arayışlarına emsalsiz bir örnek teşkil edecek gözenekli elek telinden yapılan bu heykeller zamanla yok olmuştur. Ancak Acar, ilerleyen yıllarda bu heykellerinin akrabalarını Paris’te yapacak ve Paris Modern Sanatlar Müzesinde sergileyecektir. 51