Korkunun, yabancılaşmanın, güvensizliğin
yazarı Franz Kafka... Derinlemesine bilinmese de
edebiyatla ucundan kıyısından ilgili olan herkes,
Kafka’nın Milena’yla olan ilişkisinden haberdardır.
Bunda “Milena’ya Mektuplar” adlı derleme eserin
katkısı büyük olsa da ikilinin aralarındaki ilişki
birbirlerine yolladıklarından çok daha fazlasını
içeriyor. Tıpkı diğer imkânsız aşk hikâyeleri
gibi bu ikili de bambaşka hayatlar yaşıyor.
Milena Jesenska, 1896 yılında Prag’da doğmuş,
16 yaşında annesini kaybetmiş ve babasının
itirazlarına rağmen üniversite yıllarında tanıştığı
Ernst Pollak ile evlenmiş bir kadındır. Ne var ki
Milena, babasıyla ilişkisini kesmesi ve Prag’dan
Viyana’ya geçmesiyle sonuçlanan bu evlilikte pek
de mutlu olmamıştır.
20. yüzyıl edebiyatının önde gelen isimlerinden
Franz Kafka’yla ilgili söylenecek sayısız şey var,
lâkin belirtilmesi gereken en önemli şey, eserlerine
yansıyan korku, endişe ve baba figürü. Bu başlı
başına koca bir konu olarak bir köşede dursun,
Kafka’nın Milena’yla olan ilişkisi, yaşadığı yalnızlığı,
yabancılaşmayı, hissettiği korku ve endişeyi bir
nebze de olsa hafifletmiştir.
İkiliyi buluşturan, Franz Kafka’nın o zamanlar çok
da bilinmeyen bir eseri olmuştur: “der Heizer”. Bu
eseri okuyan Milena, 1919 yılının sonlarında Kafka
ile iletişime geçmiştir. Eseri Almancadan Çekçeye
çevirmek için iznini ister ve bu sayede “der
Heizer” Kafka’nın başka bir dile çevrilen ilk eseri
olur. İkilinin ilişkisindeki en büyük sorun, ilk bakışta
mesafe gibi gözükse de durum bundan daha
ciddidir.
12
Kafka ve Milena, Viyana’da bir araya gelirler.
Milena, kendisini defalarca aldatan ve üzen eşi
Ernst Pollak’tan ayrılacak kadar güçlü değildir.
Kafka’nın ise iç dünyası bir mağara kadar zifiri
karanlığa sahiptir. Çok hassas bir insan olması,
karşı cinsle ilgili yaşadığı derin sorunlar ve sahip
olduğu tüberkülozdan ötürü Kafka, Milena ile
olan ilişkisine son verir. Fakat Milena’ya duyduğu
güvenden ötürü 1922 yılında günlüklerini ona
vermekten çekinmez.
3 Haziran 1924 tarihinde Kafka hayatını kaybeder.
Milena, ölüm ilânında Kafka için “Yaşamak için
çok bilge, savaşmak için çok zayıf” ifadesini yazar.
Ona göre Kafka, dünyayı çok açık bir şekilde
görüp bunu katlanılmaz bulmuştur ve bu görüş,
ölümünü hızlandırmıştır.
Geriye kalan mektupların aydınlattığı bu aşk
hikâyesini ne kadar doğru yorumlayabiliriz
bilinmez fakat, Kafka’nın 8 Kasım 1903 tarihinde
yakın arkadaşı Oskar Pollak’a yolladığı mektupta
yer alan bu cümleler, bize kendisini anlamamız
konusunda tarifi zor bir şekilde yardım etmekte:
“Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk
edilmişlik içerisindeyiz. Önümde durup bana
baktığında, ne sen benim içimdeki acıları
anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri. Ve senin
önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam
bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye
anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen,
benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin.”
13