TED Meşale Dergisi 21. sayı | Page 33

Her ne kadar birbirlerinden farklı gerçeklikleri ifade ediyor olsalar da cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarının birbirinden tamamen ayrılması pek mümkün gözükmemektedir. Kültürün, içinde yaşanılan toplumun bireylerden bekledikleri, onların fiziksel özelliklerine ilişkin gözlemlerle paralellik taşır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde, toplumsal cinsiyetin kültürel yapılandırılmaları bir anlamda biyolojik cinsiyeti de içermektedir diyebiliriz. Özetleyecek olursak, “cinsiyet” biyolojik olarak erkek-kadın ayırımını anlatırken, “toplumsal cinsiyet” erkeklik ve kadınlık arasındaki buna paralel ve toplumsal bakımdan eşitsiz gruplaştırmaya kadınlık ve erkeklik algılarımız, kadın ve erkekten toplum içerisinde yerine getirmelerini beklediğimiz kalıp yargıları içeren rollere dönüşmektedir. Hayatımızın büyük kısmını bu kalıp yargılarla sınırlandırılmış rolleri yerine getirmekle geçirdiğimizi çoğu zaman fark etmekte zorlanabilmekteyiz; çünkü bu toplumsal rol ve beklentiler çok küçük yaşlardan ileri yaşlara geçen bir süreci kapsayarak, 33 toplumu oluşturan bireyler tarafından da içselleştirilebilmektedir. Örnek olarak, kadının çocuğun bakımından sorumlu olarak görülmesi, erkeğin ise kamusal alanda varlık göstererek evin geçiminin temel kaynağı olarak görülmesi verilebilir. Ancak unutulmaması gereken bir nokta, toplumsal cinsiyete ilişkin beklentilerin veya kalıp yargıların durağan olmayıp zaman içerisinde değişme eğiliminde olduklarıdır. Elli yıl öncesinin Türkiye’sinde tartışılan konular ile günümüzdekilerin çok keskin olarak birbirinden farklı olduğu açıktır. Her ne kadar geleneksel olarak kadının rolü sürekli olarak çoğunlukla ev içi işleri yapmak olarak görülse de iş hayatına giren kadınların sayısı azımsanmayacak ölçüde her geçen gün artmaktadır. Ancak bu noktada da erkek egemen toplumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, çalışan kadınların iş yaşamında karşılaştıkları güçlükler ayrı bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda değindiğimiz toplumsal cinsiyetle alakalı farklı değerler, tutumlar, davranışlar ve beklentiler özellikle eğitim sisteminde de yansımalarını bulmaktadır. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki, özellikle erkek egemen kültürün bir sonucu olarak, erkek öğrenciler kız öğrencilere kıyasla daha fazla okul karşıtı tutumlar sergilemekte ve yıkıcı davranışlarda bulunmaktadır. Bu durum da haliyle erkek öğrencilerin okul başarılarını olumsuz etkilemektedir. Günümüz toplumlarında özellikle erkeklik ile özdeşleştirilen güçlü, sert ve biraz maço olma vb. nitelikler bu durumun arkasında yatan en önemli etkenlerdendir. Daha da ilginç olan şudur; öğretmenlerin kız ve erkek öğrencilerine ilişkin beklentileri de büyük ölçüde farklılık gösterebilmektedir. Özellikle kız öğrencilerden daha sakin, uslu ve çalışkan olmalarının beklendiği görülmüştür. Kendilerine yönelik farklı beklentilerin olduğunu bilen öğrencilerin, aynı tutum ve davranışlarda bulunmalarını beklemek oldukça güçtür. Bu nedenle,