Her ne kadar birbirlerinden farklı gerçeklikleri ifade
ediyor olsalar da cinsiyet ve toplumsal cinsiyet
kavramlarının birbirinden tamamen ayrılması
pek mümkün gözükmemektedir. Kültürün, içinde
yaşanılan toplumun bireylerden bekledikleri,
onların fiziksel özelliklerine ilişkin gözlemlerle
paralellik taşır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde,
toplumsal cinsiyetin kültürel yapılandırılmaları
bir anlamda biyolojik cinsiyeti de içermektedir
diyebiliriz. Özetleyecek olursak, “cinsiyet” biyolojik
olarak erkek-kadın ayırımını anlatırken, “toplumsal
cinsiyet” erkeklik ve kadınlık arasındaki buna paralel
ve toplumsal bakımdan eşitsiz gruplaştırmaya
kadınlık ve erkeklik algılarımız, kadın ve erkekten
toplum içerisinde yerine getirmelerini beklediğimiz
kalıp yargıları içeren rollere dönüşmektedir.
Hayatımızın büyük kısmını bu kalıp yargılarla
sınırlandırılmış rolleri yerine getirmekle geçirdiğimizi
çoğu zaman fark etmekte zorlanabilmekteyiz;
çünkü bu toplumsal rol ve beklentiler çok küçük
yaşlardan ileri yaşlara geçen bir süreci kapsayarak,
33
toplumu
oluşturan
bireyler
tarafından da içselleştirilebilmektedir.
Örnek olarak, kadının çocuğun
bakımından sorumlu olarak görülmesi,
erkeğin ise kamusal alanda varlık
göstererek evin geçiminin temel
kaynağı olarak görülmesi verilebilir.
Ancak unutulmaması gereken bir
nokta, toplumsal cinsiyete ilişkin
beklentilerin veya kalıp yargıların
durağan olmayıp zaman içerisinde
değişme eğiliminde olduklarıdır. Elli
yıl öncesinin Türkiye’sinde tartışılan
konular ile günümüzdekilerin çok
keskin olarak birbirinden farklı olduğu
açıktır. Her ne kadar geleneksel olarak
kadının rolü sürekli olarak çoğunlukla
ev içi işleri yapmak olarak görülse de
iş hayatına giren kadınların sayısı
azımsanmayacak ölçüde her geçen gün artmaktadır.
Ancak bu noktada da erkek egemen toplumun
kaçınılmaz bir sonucu olarak, çalışan kadınların
iş yaşamında karşılaştıkları güçlükler ayrı bir
tartışma konusu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yukarıda değindiğimiz toplumsal cinsiyetle alakalı
farklı değerler, tutumlar, davranışlar ve beklentiler
özellikle eğitim sisteminde de yansımalarını
bulmaktadır. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki,
özellikle erkek egemen kültürün bir sonucu olarak,
erkek öğrenciler kız öğrencilere kıyasla daha
fazla okul karşıtı tutumlar sergilemekte ve yıkıcı
davranışlarda bulunmaktadır. Bu durum da haliyle
erkek öğrencilerin okul başarılarını olumsuz
etkilemektedir.
Günümüz
toplumlarında
özellikle erkeklik ile özdeşleştirilen güçlü, sert
ve biraz maço olma vb. nitelikler bu durumun
arkasında yatan en önemli etkenlerdendir.
Daha da ilginç olan şudur; öğretmenlerin kız
ve erkek öğrencilerine ilişkin beklentileri de
büyük
ölçüde
farklılık
gösterebilmektedir.
Özellikle kız öğrencilerden daha sakin, uslu ve
çalışkan olmalarının beklendiği görülmüştür.
Kendilerine yönelik farklı beklentilerin olduğunu
bilen öğrencilerin, aynı tutum ve davranışlarda
bulunmalarını beklemek oldukça güçtür. Bu nedenle,