SozSehri Sayı 5 | Page 24

NİSAN - MAYIS - HAZİRAN 2016 Böyle bir yaşam tarzının olabilmesi, sağlıklı kişilik gelişimine bağlıdır. (1) Gordon Allport kişilik konusunda şunları söyler. Kişilik, bireyle doğmaz ancak onun doğumuyla başlar. Bugünkü kişiliğimiz, çocukluğumuzdan beri karşılaştığımız birçok şeyin sonucudur. İnsanlarla ilişkilerimiz, başımızdan geçen tüm tecrübeler şimdiki kişiliğimizi yaratmakta rol almışlardır. Bu yüzden yetişmekte olduğumuz çevrenin kişiliğimiz üzerinde etkisi büyüktür. Elbette kişiliğin oluşmasında ve şekillenmesinde en önemli ve etkili faktör ailedir. Samimi, sevecen, sinirli diye tanımladığımız kişinin bir de ailesine dönüp bakmak gerekir. Anne ve baba ilişkilerinde karşılıklı saygı ve sevgi ön planda ise, çocuklar da saygı ve sevgiyle hareket eder. Anne ve babası otoriter davranan çocukların insan ilişkilerinde sert oldukları yapılan araştırmalarla doğrulanmıştır. (2) Otoriter tutumlu ile çocuk merkez tutumlu aileler arasında ciddi kişilik farkları oluştuğu gözlemlenmiştir. Erik Erikson, sekiz evreden oluşan psikososyal gelişim kuramında, “Çalışkanlığa Karşı Aşağılık Duygusu (6-11 yaş) Evresinde” ailenin göstereceği davranışların ileriki yaşları etkileyeceğini vurgulamıştır. Bu dönem çocuğun okul çağıdır ve Freud’un beş evreden oluşan psikososyal gelişim kuramında gizil (latent) dönemi ile örtüşmektedir. Çocuk okul çağı içinde yaptıklarının aile tarafından takdir görmesini bekler. Eğer göremezse, çocuk kendisini başarısız, yetersiz veya engellenmiş görür. Bu durum çocukta aşağılık (yetersizlik-tembellik) duygusu oluşturur. Anne-baba hem ev içerisinde hem de sosyal hayatta çocuklarına karşı davranışlarında çok dikkatli olmalıdır. Çünkü birçok insan bu dönemde takılıp ileriki yaşlarda büyük sorunlar yaşamaktadır. Ergenlik döneminde duygusal, cinsel, sosyal, ahlaki ve dini yönden birçok değişim yaşanmaktadır. Birey, yetişkinliğe hazırlandığı bu dönemde, duygusal ve ekonomik bağımsızlık kazanma, sorumluluk alma, kişiliğini/benliğini 22 oluşturma çabası içerisine girmektedir. Tabi ergenlerin, benliğini oluşturma ve geliştirme gayreti içindeyken bir takım problemler yaşadığı bilinmektedir. (5) Eşler arasındaki iletişimin çocukluktan ergenliğe geçişte kişilik üzerindeki etkisi büyüktür. Bu yüzden eşler, aile içerisinde olabildiğince demokratik davranmalıdır. Eşlerin birbirlerine ve çocuklarına karşı tutumu, aile içinde kişilik odaklı çatışmaların da yok olmasını ve bireyin ergenlik dönemini daha rahat geçirmesini sağlayacaktır. Ailelerin, yaşanılan çatışmalarda ergen bireye karşı olabildiğince dikkatli davranması gerekmektedir. Çünkü ergenlik, bir noktada kırılma dönemi olduğundan eşler, bu dönemi aile içi bir savaş durumuna getirmemelidir. Ergenlik sonrası kişi iş ve eş seçimi konularında karar verme aşamasına geçmektedir. Bu evrede birey, kişilik özellikleri çerçevesinde kararlar alacaktır. Örneğin; maddi konulardaki aldığı kararlar, onun benlik/kişilik saygısının yansımalarıdır. Bu sebeple benlik saygısı yüksek kişilerin yaptıkları işlerde ve verdikleri kararlarda kendilerine güven duygusu yüksek olacaktır. Fakat bu durumu “egosu yüksek” terimi ile karıştırmamak gerekir. Ekonomik durumu düşük olanlar, ekonomik durumu yüksek olanlara “ukala” veya “kibirli” yakıştırması yapmaktadır. Ancak ekonomik düzeydeki artışın, bireyin kendini toplum içinde daha rahat, daha güçlü hissetmesine, kendine ve ailesine güvenmesine, arkadaş çevresinde kabul edilebilir olmasına sebep olduğu da yadsınamaz. (4) Alfred Adler, maddi durumla değişen kişilik özelliklerini daha çok üstünlük çabası ile açıklamaya çalışmıştır. Yaşamın temel amacının kişinin benliğini en mükemmel duruma getirmek ve çocukluğunda elde ettiği aşağılık duygusundan kurtarmak olduğunu söyler. Yani; satın alınan evler, arabalar benliği mükemmel kılmaya ve başkalarına göre daha az aşağılık duymaya yöneliktir. (2) Adler, kişilerin sağlıklı ilişki kurabilmesinin gerekliliği olarak bunu yaptıklarını düşünmüştür. Eric Fromm, “İnsan amacının, yaşamdan hoşlanma ya da ailesine karşı olan ödevini yerine getirebilme olduğunu düşünebilir. Oysa gerçek amacı, bilinç dışı da olsa, para ya da parayı istiflemekten doğan haz aracılığıyla elde ettiği güçtür.” diyerek, insanların haz duymak için maddiyata daha fazla önem verdiklerini düşünmüştür. Freud’a göre, id ve süperego arasındaki çatışmayı yönetmeye çalışan ego, “benim olmalı” diyen idin isteklerine karşı duramaz ve satın aldığı bir nesneyi herkese gösterişli bir şekilde gösterir. Çünkü idi dizginleyemeyen ego, ahlaklı bir davranış gösteremez. Bu sebeple bireylerin kişilik özelliklerinde bu çatışmanın güçlü yanı, davranışları şekillendirmektedir. Örneğin izlediğimiz reklamlar, aldığımız eşyalar kişiliğimizde hangi yanın güçlü olduğu konusunda fikir verebilir. Yapılan çalışmalar, reklam iletilerinin etkili ve ikna edici olmasının tek yolunun, reklamların kişilik birimlerine seslenmiş olması gerektiğini ortaya çıkarmıştır. İleti, ide seslendiğinde, algılama sürecinde kişinin dürtüleri; ileti egoya seslendiğinde, mantığı; süperegoya seslendiğinde de vicdanı ön plana çıkmakta ve etkileyici rol oynamaktadır. Kişilik birimleri aracılığıyla oluşan bu etki ise, bireyin davranış değişikliğine neden olmaktadır. (3) Sonuç olarak açıklamaya çalıştığımız, ego artışı, ego analizi, yüksek ego, ego tatmini gibi terimlerin kişiliğimiz olduğu, egonun sadece kişiliğimizin bir parçası olduğudur. Bu sebeple davranışlarımıza olabildiğince olumlu anlamda yön vermeye, sağlıklı ve mutlu bir hayat yaşamaya çalışmalıyız. Kaynaklar: (1) Aslan, E. (1992) M.Ü. Atatürk Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Dergisi. Benlik kavramı ve bireyin yaşamındaki etkileri, 4, 7-14 (2) gokcebey.beun.edu.tr/wp-content/uploads/2012/.../kisilik_ve_ benlik.ppt (3) Oktuğ, Z. (2007) Freud’un Kişilik Birimleri (iD-Ego-Süperego) ile Reklam İletisinin İzleyici Üstünde Yarattığı Etkiler Arasındaki Bağlantı : “Magnum, Kalbim Benecol Ve Lösev Reklamları Üzerine Bir Araştırma” İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul (4) Tözün, M. (2010). Geniş Açı Dergisi. Benlik Saygısı, 52-57 (5) YİĞİT, H.(2010) Ergenlerin Benlik Saygılarının YaşamDoyumu Ve Bazı Özlük Nitelikleri Açısından İncelenmesi Selçuk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Psikolojik Danışma Ve Rehberlik Bilim Dalı, Konya. Dünyanın en güzel selamını veren komutan; Aliya Hanife DÖNER Ne zaman aklıma Bosna ya da 11 Temmuz’da Serebrenitsa’nın katliamı gelse Batının o mağlup olmuş insanlığını, tüyler ürpertici zalimliğini, kan dondurucu kitle soykırımını hatırlarım. Avrupa’nın tam ortasında 1992’de başlayıp dört yıl süren bu hayâsız akına (Türkiye ve birkaç ülke hariç) birçok dünya ülkesi kör, sağır ve dilsiz olmuş, yapılan zulmü nedense görmezden gelmişlerdi. Hiçbir şey yapmadıkları gibi hatta dolaylı yönden yardım bile etmişlerdi. Bir canavara dönüşerek, tarihe adlarını kanla yazdıracak olan Sırp ve Hırvat askerleri, komutanlarından aldıkları emirle daha düne kadar kapı bir komşuları olan Boşnak kadınlarını, erkeklerini, yaşlılarını, çocuklarını, bebeklerini hunharca katlediyordu. "Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır." Daha burada yazmaya gücümün yetmediği Avrupa’nın gözünün önünde birçok işkence, tecavüz, toplu katliam gerçekleştirip, insanlığımızdan utanmamızı sağlamışlardı. Aliya İzzetbegoviç’in kendi ifadesiyle: “Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum çünkü biz çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar 23