Ve ardından koşturmacalarla dolu 7 ay bizi bekliyordu. Yaptığımız
iş bölüşümleri, kafa patlattığımız toplantılar, projemize sürpriz
katılımcılar, zaman zaman destekler, zaman zaman yıkımlarla
geçirdiğimiz bu dönemden çıkardığımız başlıca ders; isteyince her
şeyin olabileceğiydi. Yani aslında tek sorun istemekti; kayıtsız,
şartsız, gerçekten, gönülden.
Giderken 24, dönerken 36 saat süren meşakatli yolda yeri geldi
sıkıldık, yeri geldi yorulduk, yeri geldi şarkılar söyledik ama
içimizden hiç kimse keşke gelmeseydim demedi, bence bu en
önemlisiydi.
Bizler için önemliydi bu yolculuk, sanki yıllardır bekliyormuşuz
gibi. Hepimizin kuytuda bir yerlerde bastırdığı, susturduğu
çocuklar, kırdılar kabuklarını, çıktılar günyüzüne ve bunun en
büyük mimarları Zeki Bilge’deki kardeşlerimiz oldu. Bir an durduk
ve farkettikki hem yardım götüren, hem de yardıma muhtaç olan
da biziz aslında. Yani maddi yardımlar gerçekleştirilirmiş, manevi
yardımlar mucizeymiş aslında. Bizler olması gerekeni, görevimizi
gerçekleştirdik, onlar ise mucizeyi…
İstanbul’dayken iş bölüşümü yapmıştık, kimimiz boya yapacak,
kimimiz bildiklerini aktaracak, kimimiz testlerini çözecekti.
Onların gözlerine baktığımızda; zamanla gerçeklerden uzaklaşıp,
kusursuzluk peşinde koşarken, klima yok diye şikayet eden, otobüs
gecikti diye kriz geçiren hallerimiz aklımıza geldikçe kaçırdık
bakışlarımızı utandık halimizden. Orada geçirdiğimiz 7 günün ilk
3’ü tam olarak böyle geçti…
4. güne geldiğimizde kendimizle daha yakından tanışmaya
başlamış, kendileri küçük akılları büyük arkadaşlarımızla o
küçücük okul bahçelerine dünyaların nasıl sığdırılabileceğine
şahit olmuştuk. Tecrübelerini aktaracak bizlerdik ya hani, suspus
olmuştuk. Artık tek derdimiz onlarla biraz daha konuşabilmek,
tüm yaşadıklarına rağmen nasıl bu kadar sağlam durup, hala
hayal kurabildiklerinin sırrını çözebilmek olmuştu. Son gün gelip
çattığında hepimizin hemfikir olduğu bir konu vardı: İyi ki 1 hafta
kaldık, daha fazla olsaydı, dönemez, hep orda kalırdık!
Profil | 19