Perspective Perspective32 | Page 53

küçük çocuğun dikkat çekici yetenekle- rini farkına varan ilköğretim hocası onu 1923’te bir lisede burslu okuttu. “Yok- sulluğumdan ve ailemden utanıyordum” diyen Camus, liseden sonra Cezayir Üniversitesi’ne kabul edildi. Ancak bu süreçte sağlığının bozuldu ve vereme yakalandığı için eğitimine ve spora ara vermek zorunda kaldı. Okuduğu felsefe bölümünden ancak 1936’da mezun ola- bildi. Kısa sürede çeşitli gelişmeler ya- şadı Camus: 1934’te Fransız Komünist Partisi’ne katıldı ancak Troçkist suçla- masıyla 1937’de partiden atıldı; 1934’te morfin bağımlısı Fransız starı Simone Hié ile evlendi ama Simone’un sada- katsizliği nedeniyle bu birliktelik sona erdi; 1935’te kurduğu “İşçinin Tiyatrosu” (Théâtre du Travail) 1939’da kapandı ve son olarak da verem hastalığından do- layı Fransa ordusuna katılma isteği red- dedildi. Sanırsınız ki bunca çileyi çekmiş bir adamın yaşamı ebediyen böyle sü- recek. Ancak 1940’lı yıllarda Albert Camus’nün hayatı beklediğinden daha iyi gidiyordu.1940’ta evlendiği piyanist Makineleşmiş bir dünyada makineleşmiş bir insan. “Kendi kendimi seyrediyormuş gibi bir hisse kapıldım.” ve matematikçi Francine Faure ile beş sene sonra Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Sadece aile sorunla- rını düzene sokmakla kalmadı, iş haya- tında da yeniliklere yöneldi ve 1945’te Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı üzerine ilk başlar- da pasifist bir tutum sergilemeyi tercih eden Camus, Paris’in Almanya tarafın- dan işgal edilmesiyle başkaldırmaya karar verdi. Böylelikle dergide çalıştığı ekiple Bordeaux’ya geçti ve bu güzel mi güzel şehirde, 1941 yılında, ilk kitap- ları olan Yabancı (L’étranger) ve “Sisifos Söylencesi”’ni (Le Mythe de Sisyphe) ta- mamladı. Evet, sonunda yazının ana konusuna gelebildik: eşi benzeri bulunmayan, kendini diğer her romandan ayırma- yı başaran “Yabancı”. 1942 yılında ya- yımlanan Yabancı, yani orijinal adıyla L’étranger, Albert Camus’nün edebiyat alanında en önemli yapıtlarından biri- dir. Öyle ki, roman kırk üzerinde dile çevirildi ve Luchino Visconti ile 1967’de sinemaya uyarlandı. Bu başyapıt, yaza- rıyla ve konusuyla, eşsiz karakterleri ve derin psikolojik öyküsüyle tüm je- nerasyonların akıllarına kazınmayı ba- şardı. O zaman öncelikle kitaba kısaca bir göz atalım: Başkahraman Mersault. Cezayir’de yaşıyor. Telgraftan yazı ge- liyor : “Bugün annem öldü.” Toplanıp annesinin cenazesine gidiyor. Ağlamı- yor. Sesi çıkmıyor. Ne üzüntü, ne de yas. Hiçbir şey hissetmiyor. Sıkılıyor ve evine geri dönmeye karar veriyor. Haya- tına devam ediyor. Hiçbir şey olmamış gibi. Annesini kaybetmemiş gibi. Hayat normalmiş gibi. Sahile yüzmeye gidiyor. Ve on u görüyor. Marie. Zaman geçiyor, beraber yüzüyorlar, sevişiyorlar, yatıyor- lar. Marie, Mersault’ya “Benimle evlen- mek ister miydin” diye soruyor. Mersa- ult kendisi için evlenip evlenmemenin 49