Perspective Perspective31-email | Page 57

inşa etmeye karar verirler. İçerisinde tapınakların, evlerin ve rahip saray- larının olduğu bu devasa yapı adeta tarih öncesi bir metropoldür. Fakat Tanrı Marduk kendisine ulaşılabilece- ği iddiasının küstahlığına sinirlenir ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını imkânsız kılar. “Ah kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” Günümüzde de büyük bir kibirle inşa ettiğimiz devasa şehirlerimizde aynı iletişim kopukluğuyla lanetlenmiş durumdayız. Bu lanetimizin temeli va- kitsizlik. Metropol demek koşuşturma ve bir takım işlere güdümlediğimiz ha- yatlarımızda diğerlerine vakit ayıra- mamak demektir. Yakın zamanda ara- mızdan ayrılan Türk Edebiyatı’nın dev şairlerinden Gülten Akın’ın da dediği gibi “Ah kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya”. İşin psikolojik yönünü de bir kenara bıraktığımızda metropollerin çoğu za- man çarpık kentleşme ve yaşam alan- larımızın tahribiyle birlikte anıldığını görüyoruz. Bu konudan bahsederken, pek de haksız olmayan bu yakıştırma- ları İstanbul örneği üzerinden açıklayan “Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir” adlı belgesele değinmeden geçemeyece- ğim. İstanbul’un bir rant kapısı olarak kullanılmak için inşaat sahalarıyla delik deşik edilmesi, yeşil alanlarımızın gide- rek yok olması, patlama sınırına yakla- şan nüfus ve sınıfsal ayrışma gibi pek çok güncel problemi ele alan bu belgese- li izlemek her İstanbullunun boynunun borcu. Belki de belgeselin en vurucu anlarından biri metropollerde yaratılan sınıflar arası uçuruma değinilen kısım. Maalesef İstanbul’da olduğu gibi diğer pek çok büyük şehirde de ‘banliyö’ de- diğimiz; ekonomik gücü olmayan ya da az olan insanların şehir dışına itilip bir nevi dışlandığı bölgelerin var olduğunu biliyoruz. Zengin-fakir ayrımını iyice güçlendiren ve farklı ekonomik sınıfla- rın birbiriyle temasını yok ederek sosyal kopukluğu arttıran bu kentsel düzenin ileride yol açacağı toplumsal sorunlarla ilgili siz de endişeliyseniz bu belgeseli ‘izlenecekler’ listenize eklemenizi şid- detle tavsiye ediyorum. İnsanı içinde yaşadığı şehir şekillendirir. Eğer şehir sorunluysa içinden sağlıklı bireyler çıkması da beklenemez. Bu bağ- lamda metropollerin insan hayatına et- kileri sadece gündelik yaşamımızda sor- guladığımız bir sorun değil. Edebiyat’ta rıomanın özellikle bilimkurgu, distopya gibi alt dallarında sıkça mekânsal eleşti- rilerle karşılaşıyoruz. ‘Kaygı verici gele- cek’ fikrinin temelini oluşturan da kaygı verecek derecede yozlaşmış ve büyü- müş şehirler olarak çıkıyor çoğu zaman karşımıza. Örneğin William Gibson’ın 1984 yılında yayınladığı ve sonradan “Matrix”, “Ghost in the Shel”l gibi pek çok yapıma ilham kaynağı olan “Neu- romencer” adlı roman şu efsaneleşmiş cümleyle başlar: “The sky above the port was the color of television, tuned to a dead channel.” Diğer yandan, kültleşmiş bir bilimkurgu filmi olan Metropolis’te ise tam da bahsedilen sorunun üzerine parmak basıldığını görürüz. Toplumun iki tabakasını birbirinden ayıran bölün- müş bir metropolde sıkışık ve karanlık bir alt şehirde yaşayan işçi sınıfı ile onla- rın ekmeğini yiyerek ferah ve zenginlik dolu diğer bölgede yaşayan zenginlerin çatışması gözlerimiz önüne serilir. Böy- lelikle günümüz metropollerinde oldu- ğu gibi birbirinden kopuk bu iki böl- genin insan hayatını nasıl etkilediğine şahit oluyoruz. Efsaneye göre Sümerliler Tanrı Marduk’a ulaşabilmek için çok büyük bir kula inşa etmeye karar verirler. Peki bu kadar karanlık bir bakış açısıyla incelediğimiz ve pek çok alanda olum- suz bir olgu olarak ele alınan metropol- lerde bu kadar çok insanın yaşamaya devam etmesi paradoks değil de nedir? Bu noktada; ekonomik kazanç, eğitim imkânları ve kültüre ulaşım kolaylığı gibi yıllardır büyük şehirlere göçün te- mel nedenleri olarak gösterilen bu et- kenlerini gözden geçirmemiz gerekir. Fakat bilinçli insanlar olarak üzerine düşüneceğimiz asıl konu her yönden sınıra yaklaşan metropollerde bulacağı- mızı umduğumuz avantajların gelecekte bize ve şehirlerimize geri dönüşünün nasıl olacağı olmalıdır. P KAYNAK Italio Calvino “Görünmez Kentler” sy.204 “The sky above the port was the color of television, tuned to a dead channel.” 55