inşa etmeye karar verirler. İçerisinde
tapınakların, evlerin ve rahip saray-
larının olduğu bu devasa yapı adeta
tarih öncesi bir metropoldür. Fakat
Tanrı Marduk kendisine ulaşılabilece-
ği iddiasının küstahlığına sinirlenir ve
o zamana kadar aynı dili konuşmakta
olan insanların dillerini karıştırarak
birbirlerini anlamalarını imkânsız kılar.
“Ah kimselerin vakti
yok / Durup ince şeyleri
anlamaya”
Günümüzde de büyük bir kibirle inşa
ettiğimiz devasa şehirlerimizde aynı
iletişim kopukluğuyla lanetlenmiş
durumdayız. Bu lanetimizin temeli va-
kitsizlik. Metropol demek koşuşturma
ve bir takım işlere güdümlediğimiz ha-
yatlarımızda diğerlerine vakit ayıra-
mamak demektir. Yakın zamanda ara-
mızdan ayrılan Türk Edebiyatı’nın dev
şairlerinden Gülten Akın’ın da dediği
gibi “Ah kimselerin vakti yok / Durup
ince şeyleri anlamaya”.
İşin psikolojik yönünü de bir kenara
bıraktığımızda metropollerin çoğu za-
man çarpık kentleşme ve yaşam alan-
larımızın tahribiyle birlikte anıldığını
görüyoruz. Bu konudan bahsederken,
pek de haksız olmayan bu yakıştırma-
ları İstanbul örneği üzerinden açıklayan
“Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir”
adlı belgesele değinmeden geçemeyece-
ğim. İstanbul’un bir rant kapısı olarak
kullanılmak için inşaat sahalarıyla delik
deşik edilmesi, yeşil alanlarımızın gide-
rek yok olması, patlama sınırına yakla-
şan nüfus ve sınıfsal ayrışma gibi pek
çok güncel problemi ele alan bu belgese-
li izlemek her İstanbullunun boynunun
borcu. Belki de belgeselin en vurucu
anlarından biri metropollerde yaratılan
sınıflar arası uçuruma değinilen kısım.
Maalesef İstanbul’da olduğu gibi diğer
pek çok büyük şehirde de ‘banliyö’ de-
diğimiz; ekonomik gücü olmayan ya da
az olan insanların şehir dışına itilip bir
nevi dışlandığı bölgelerin var olduğunu
biliyoruz. Zengin-fakir ayrımını iyice
güçlendiren ve farklı ekonomik sınıfla-
rın birbiriyle temasını yok ederek sosyal
kopukluğu arttıran bu kentsel düzenin
ileride yol açacağı toplumsal sorunlarla
ilgili siz de endişeliyseniz bu belgeseli
‘izlenecekler’ listenize eklemenizi şid-
detle tavsiye ediyorum.
İnsanı içinde yaşadığı şehir şekillendirir.
Eğer şehir sorunluysa içinden sağlıklı
bireyler çıkması da beklenemez. Bu bağ-
lamda metropollerin insan hayatına et-
kileri sadece gündelik yaşamımızda sor-
guladığımız bir sorun değil. Edebiyat’ta
rıomanın özellikle bilimkurgu, distopya
gibi alt dallarında sıkça mekânsal eleşti-
rilerle karşılaşıyoruz. ‘Kaygı verici gele-
cek’ fikrinin temelini oluşturan da kaygı
verecek derecede yozlaşmış ve büyü-
müş şehirler olarak çıkıyor çoğu zaman
karşımıza. Örneğin William Gibson’ın
1984 yılında yayınladığı ve sonradan
“Matrix”, “Ghost in the Shel”l gibi pek
çok yapıma ilham kaynağı olan “Neu-
romencer” adlı roman şu efsaneleşmiş
cümleyle başlar: “The sky above the port
was the color of television, tuned to a
dead channel.” Diğer yandan, kültleşmiş
bir bilimkurgu filmi olan Metropolis’te
ise tam da bahsedilen sorunun üzerine
parmak basıldığını görürüz. Toplumun
iki tabakasını birbirinden ayıran bölün-
müş bir metropolde sıkışık ve karanlık
bir alt şehirde yaşayan işçi sınıfı ile onla-
rın ekmeğini yiyerek ferah ve zenginlik
dolu diğer bölgede yaşayan zenginlerin
çatışması gözlerimiz önüne serilir. Böy-
lelikle günümüz metropollerinde oldu-
ğu gibi birbirinden kopuk bu iki böl-
genin insan hayatını nasıl etkilediğine
şahit oluyoruz.
Efsaneye göre Sümerliler
Tanrı Marduk’a
ulaşabilmek için çok
büyük bir kula inşa
etmeye karar verirler.
Peki bu kadar karanlık bir bakış açısıyla
incelediğimiz ve pek çok alanda olum-
suz bir olgu olarak ele alınan metropol-
lerde bu kadar çok insanın yaşamaya
devam etmesi paradoks değil de nedir?
Bu noktada; ekonomik kazanç, eğitim
imkânları ve kültüre ulaşım kolaylığı
gibi yıllardır büyük şehirlere göçün te-
mel nedenleri olarak gösterilen bu et-
kenlerini gözden geçirmemiz gerekir.
Fakat bilinçli insanlar olarak üzerine
düşüneceğimiz asıl konu her yönden
sınıra yaklaşan metropollerde bulacağı-
mızı umduğumuz avantajların gelecekte
bize ve şehirlerimize geri dönüşünün
nasıl olacağı olmalıdır. P
KAYNAK
Italio Calvino “Görünmez Kentler” sy.204
“The sky above the port
was the color of television,
tuned to a dead channel.”
55