f
fenêtre
S O KAK ARASI
Aid iyet ve yabancılık
Barış Bayar
[email protected]
A
48
cıktı. Karnını doyurmak
için evden dışarı çıktı.
İnsan yemek yapmasını
bilmeyince hayatla olan
kavgasında hep yenik
kalıyordu. Her zamanki
gibi günü kapatabileceği, canının çek-
tikleri arasından en ucuz olan öğüne yö-
neldi. Girdiği lokantadaki binbir yemek
kokusu hiç cazip gelmiyordu. Rastgele
iki tabak yemek ve bir kase çorba aldı.
Yemeğini yerken odaklandığı yegâne şey
dilini yakmadan çorbayı bitirmekti. Lo-
kantadan çıktığında bir renk cümbüşü,
ahenk içinde bir sokak görmeyi o da di-
lerdi ama on yıldır kapkaranlık izbe bir
mahallede yaşadığından böyle heveslere
kapılmıyordu artık. Soğukkanlı, surat-
sız insanların arasından geçip giderek
otobüs durağına vardı. Haftanın malum
günü gelmişti: Çarşamba. Öğle vakti Pa-
zar yerine uğradığı da oluyordu ancak
asıl mesele o değildi. Mesele mühimdi,
mesele horoz dövüşüydü. Sigara içme-
Beklemek
o yüzden
zordur zaten
insanın yegâne
meşguliyeti
beklemek
olamaz, yanına
aperatif de
lazımdır.
diğinden otobüs beklemeyi sıkıcı bulur-
du, yapacak bir uğraşı yoktu. Beklemek
o yüzden zordur zaten. İnsanın yegâne
meşguliyeti beklemek olamaz, yanına
aperatif de lazımdır. Düşünürken bekler
insan, ağlarken bekler, yoga yaparken,
ana avrat düz giderken bile bekler. Oto-
büs beklerken öyle olmuyordu, beyni-
nin durduğunu hissederdi. Keşke sigara
içseydi.
Taksim’e varınca indi. Heykele kadar
olan hızlı yürüme yarışında galip geldi,
ya da o öyle zannediyordu. Esas bıktı-
rıcı kalabalığın İstiklal’de olduğunu bil-
diği halde meydandan daha çok nefret
ederdi, bir çırpıda geçmeliydi meydanı.
Caddeden aşağıya inerken aklına o satır
geldi, güldü. İnsanların yollarını ayırdığı
için Taksim denirmiş ya, ayırması daha
güzel değil miydi? Ömrün tamamı ki-
minle geçirilir kendinden başka? Başka-
larına çarpa çarpa yürüyüp sinirlenmek
istiyordu, ondan sindire sindire gezdi
caddede. Tarlabaşı’na varmak için sağa
sapınca tanımadık sokakların arasında
kalmış gibi hissetti. Saatine baktı, do-
kuz çeyrek. Telaşa mahal yok, daha da
yavaşladı.
Geçerken Zekai’ye uğramayı unutmuş-
tu. Epeydir gelmiyordu. Haber verme-
den onu yalnız bıraktığı için sövdü,
zaten kim bu devirde Zekai koyar çocu-
ğunun ismini? Karşıdan gelen alacalı ka-
dının çantasına takıldı gözü, bayağı bir
parça ama göz alıyor. Fazla parlak olmuş
derisi. Ya asıl çantalar taşıyorsa kadınla-
rı? İşte o zaman pek tuhaf olurdu. Yolun
sonunda mekanın bulunduğu sokağı
gördü. Normalde tam da bu yolda yü-
rürken sohbet ederlerdi Zekai’yle. Adını
sokak arası sohbeti koymuşlardı. Ge-
nellikle kadınlardan, ara sıra futboldan,
nadiren paradan. Ne de olsa yoksun
olduğundan konuşmak daha cezbedici-
dir. Konu aileye gelince Zekai gerilir, hiç
konuşmazdı. Kaldırım taşlarına odak-
lanıp evvelinde kimlerin onlarla aynı