Perspective Perspective 37. Sayı | Page 52

f fenêtre S O KAK ARASI Aid iyet ve yabancılık Barış Bayar [email protected] A 48 cıktı. Karnını doyurmak için evden dışarı çıktı. İnsan yemek yapmasını bilmeyince hayatla olan kavgasında hep yenik kalıyordu. Her zamanki gibi günü kapatabileceği, canının çek- tikleri arasından en ucuz olan öğüne yö- neldi. Girdiği lokantadaki binbir yemek kokusu hiç cazip gelmiyordu. Rastgele iki tabak yemek ve bir kase çorba aldı. Yemeğini yerken odaklandığı yegâne şey dilini yakmadan çorbayı bitirmekti. Lo- kantadan çıktığında bir renk cümbüşü, ahenk içinde bir sokak görmeyi o da di- lerdi ama on yıldır kapkaranlık izbe bir mahallede yaşadığından böyle heveslere kapılmıyordu artık. Soğukkanlı, surat- sız insanların arasından geçip giderek otobüs durağına vardı. Haftanın malum günü gelmişti: Çarşamba. Öğle vakti Pa- zar yerine uğradığı da oluyordu ancak asıl mesele o değildi. Mesele mühimdi, mesele horoz dövüşüydü. Sigara içme- Beklemek o yüzden zordur zaten insanın yegâne meşguliyeti beklemek olamaz, yanına aperatif de lazımdır. diğinden otobüs beklemeyi sıkıcı bulur- du, yapacak bir uğraşı yoktu. Beklemek o yüzden zordur zaten. İnsanın yegâne meşguliyeti beklemek olamaz, yanına aperatif de lazımdır. Düşünürken bekler insan, ağlarken bekler, yoga yaparken, ana avrat düz giderken bile bekler. Oto- büs beklerken öyle olmuyordu, beyni- nin durduğunu hissederdi. Keşke sigara içseydi. Taksim’e varınca indi. Heykele kadar olan hızlı yürüme yarışında galip geldi, ya da o öyle zannediyordu. Esas bıktı- rıcı kalabalığın İstiklal’de olduğunu bil- diği halde meydandan daha çok nefret ederdi, bir çırpıda geçmeliydi meydanı. Caddeden aşağıya inerken aklına o satır geldi, güldü. İnsanların yollarını ayırdığı için Taksim denirmiş ya, ayırması daha güzel değil miydi? Ömrün tamamı ki- minle geçirilir kendinden başka? Başka- larına çarpa çarpa yürüyüp sinirlenmek istiyordu, ondan sindire sindire gezdi caddede. Tarlabaşı’na varmak için sağa sapınca tanımadık sokakların arasında kalmış gibi hissetti. Saatine baktı, do- kuz çeyrek. Telaşa mahal yok, daha da yavaşladı. Geçerken Zekai’ye uğramayı unutmuş- tu. Epeydir gelmiyordu. Haber verme- den onu yalnız bıraktığı için sövdü, zaten kim bu devirde Zekai koyar çocu- ğunun ismini? Karşıdan gelen alacalı ka- dının çantasına takıldı gözü, bayağı bir parça ama göz alıyor. Fazla parlak olmuş derisi. Ya asıl çantalar taşıyorsa kadınla- rı? İşte o zaman pek tuhaf olurdu. Yolun sonunda mekanın bulunduğu sokağı gördü. Normalde tam da bu yolda yü- rürken sohbet ederlerdi Zekai’yle. Adını sokak arası sohbeti koymuşlardı. Ge- nellikle kadınlardan, ara sıra futboldan, nadiren paradan. Ne de olsa yoksun olduğundan konuşmak daha cezbedici- dir. Konu aileye gelince Zekai gerilir, hiç konuşmazdı. Kaldırım taşlarına odak- lanıp evvelinde kimlerin onlarla aynı