Perspective Perspective 37. Sayı | Page 47

dans etmek… Bunlar başta hep taklit ediliyor. Daha sonra kendi baharatını üzerine serpip sana ait olan versiyonu- nu insanlara veriyorsun ve yarattığın o orjinal karakter bir şekilde yavaş yavaş insanlara ulaşmış oluyor. B: Yurt dışında müzik yapıyor olsaydı- nız sizce kariyerinizde neler değişirdi? B: 3 yıl Londra, 1 yıl İspanya, 7 yıl Avustralya maceram oldu. Bu süreç- te 500-600 adet şarkı repertuvarım oldu. Genelde insanların zevkine göre performans yapardım. Bir ortama git- tiğimde, bir kokteylse, oradaki insan kitlesine, yaş oranına ve dinleyicilerin zevkine bakarak şarkı seçerdim. Es- kiyse eski, klasikse klasik, modernse modern. Kendi bestelerimi yapmaya başladıktan sonra farkı şu oldu; biz, Gözde ve ben, kendi hikeyemizi an- latınca insanlar bizim hikayemizi din- lemeye gelmeye başladılar. Yurt dışın- da müzik yaparken ben dinleyicileri tatmin edip onların istediği şarkıları seçiyordum, burada ise şimdi ben bir şeyler anlatıyorum ve dinleyiciler bunu dinlemeye geliyorlar. Yurt dışında bir- çok farklı yerde yaşamış biri olarak Türkçe müziği seçtim. Dinleyici kit- lem Türkiye’de oluşmuş olabilir ama sadece burası ile sınırlı değil. Şu an Kazakistan, Fas, Azerbeycan, Almanya gibi yerlerde Türkçe sözleri anlamayan ama yine de müziğimizi beğenen bir dinleyici kitlesi var. Eğer anlatım dili olarak İngilizce, ki ikinci ana dilim gibidir, müzik yapmış olsaydım belki daha farklı bir kitleye hitap etmiş ola- caktım ama yine Buray’ın, Gözde’nin duygularıyla yazılmış sözler çıkacaktı. O; insanın ne yaşadığıyla, ne anlatmak istediğiyle ilgilidir. Yabancı veya yerli müzik yapıyorum gibi kavramlar yok- tur. Önemli olan bizim hangi hikayeyi, hangi seslerle, hangi cümlelerle anlat- mak istediğimiz. P: İngilizce bir albüm yapmayı düşü- nür müsünüz? B: İngilizce sözleri olan şarkılarımız var, ileride yavaş yavaş duyacaksınız. İngilizce olsalar bile şarkılarımızın Türk baharatları kokmaları gerektiğine inanıyorum. Yabancı bir memleketteki birinin tatlarını taklit edersem o ne Bu- ray olur, ne de bir Türk sanatçı olur. Şu an için Türkiye’deki dinleyicilere ulaş- ma hedefindeyiz. P: Müzik hayatınızda yaptığınız her- hangi bir şeyden pişman oldunuz mu? Şöyle bir farkındalık yaratmak iste- dik; müziği du- yamayan ama anlattığımız hikayeyi din- lemek isteyen insanlara da görsel bir şekil- de bu hikayeyi ulaştırabiliriz. B: Ben işaretlere inanan bir insanım. Meleklerim sürekli bana ufak notlar ya- pıştırırlar veya bir rüzgar, bir fırsat beni bir yere yönlendirir. Ben o rotayı takip ederim, yaşamam gerekeni acısıyla, tat- lısıyla yaşarım. Başımdan geçen kötü bir deneyimin bile bana bir şeyleri öğretmek amacıyla yaşandığını düşünürüm. P: Türk müzik dünyasında şarkılarını dinlerken etkilendiğiniz ve birlikte eser ortaya koymak istediğiniz şarkıcı- lar var mıdır? B: Çok kişi var. Bu kişilerin çoğu da bilinen insanlar değil. Bazen is- mini bilmediğin bir sokak gitaristi bile seni o kadar etkiliyor ki, “Ben bu adamla bir şeyler yapmak isterim” diyorsun. Şu an aklımda olan sanatçı- ları saysam mutlaka biri eksik kalır. Beraber müzik yapmak istediğim yüzlerce sanatçı var, bu sebeple isim saymanın gerekli olduğunu düşünmü- yorum. P: Dinlerken “Keşke ben yazmış olsay- dım.” dediğiniz bir şarkı oldu mu hiç? B: Bir tane var aslında. Mustafa Ceceli’nin “Es” şarkısını severek din- liyorum. Bu şarkıyı ilk dinlediğimde “Çok güzel bir şarkıymış, keşke ben yazmış olsaydım.” demiştim. P: Konserlerinizde en çok önem verdi- ğiniz noktalar nelerdir? B: Kırmızı ayakkabılarım, kendilerinin uğur getirdiğine inanıyorum. Kırmızı giymediğim her konser, tesadüf müdür bilmiyorum, kötü geçer. O yüzden biz kırmızı potinlerimizi giyerek sahneye çıkıyoruz. Orkestra elemanları ve gelen dinleyiciler de kırmızı giyinmeye baş- ladı. Bir trend olarak bütün Türkiye’ye yayılıyoruz. P 43