dans etmek… Bunlar başta hep taklit
ediliyor. Daha sonra kendi baharatını
üzerine serpip sana ait olan versiyonu-
nu insanlara veriyorsun ve yarattığın o
orjinal karakter bir şekilde yavaş yavaş
insanlara ulaşmış oluyor.
B: Yurt dışında müzik yapıyor olsaydı-
nız sizce kariyerinizde neler değişirdi?
B: 3 yıl Londra, 1 yıl İspanya, 7 yıl
Avustralya maceram oldu. Bu süreç-
te 500-600 adet şarkı repertuvarım
oldu. Genelde insanların zevkine göre
performans yapardım. Bir ortama git-
tiğimde, bir kokteylse, oradaki insan
kitlesine, yaş oranına ve dinleyicilerin
zevkine bakarak şarkı seçerdim. Es-
kiyse eski, klasikse klasik, modernse
modern. Kendi bestelerimi yapmaya
başladıktan sonra farkı şu oldu; biz,
Gözde ve ben, kendi hikeyemizi an-
latınca insanlar bizim hikayemizi din-
lemeye gelmeye başladılar. Yurt dışın-
da müzik yaparken ben dinleyicileri
tatmin edip onların istediği şarkıları
seçiyordum, burada ise şimdi ben bir
şeyler anlatıyorum ve dinleyiciler bunu
dinlemeye geliyorlar. Yurt dışında bir-
çok farklı yerde yaşamış biri olarak
Türkçe müziği seçtim. Dinleyici kit-
lem Türkiye’de oluşmuş olabilir ama
sadece burası ile sınırlı değil. Şu an
Kazakistan, Fas, Azerbeycan, Almanya
gibi yerlerde Türkçe sözleri anlamayan
ama yine de müziğimizi beğenen bir
dinleyici kitlesi var. Eğer anlatım dili
olarak İngilizce, ki ikinci ana dilim
gibidir, müzik yapmış olsaydım belki
daha farklı bir kitleye hitap etmiş ola-
caktım ama yine Buray’ın, Gözde’nin
duygularıyla yazılmış sözler çıkacaktı.
O; insanın ne yaşadığıyla, ne anlatmak
istediğiyle ilgilidir. Yabancı veya yerli
müzik yapıyorum gibi kavramlar yok-
tur. Önemli olan bizim hangi hikayeyi,
hangi seslerle, hangi cümlelerle anlat-
mak istediğimiz.
P: İngilizce bir albüm yapmayı düşü-
nür müsünüz?
B: İngilizce sözleri olan şarkılarımız
var, ileride yavaş yavaş duyacaksınız.
İngilizce olsalar bile şarkılarımızın
Türk baharatları kokmaları gerektiğine
inanıyorum. Yabancı bir memleketteki
birinin tatlarını taklit edersem o ne Bu-
ray olur, ne de bir Türk sanatçı olur. Şu
an için Türkiye’deki dinleyicilere ulaş-
ma hedefindeyiz.
P: Müzik hayatınızda yaptığınız her-
hangi bir şeyden pişman oldunuz mu?
Şöyle
bir farkındalık
yaratmak iste-
dik; müziği du-
yamayan ama
anlattığımız
hikayeyi din-
lemek isteyen
insanlara da
görsel bir şekil-
de bu hikayeyi
ulaştırabiliriz.
B: Ben işaretlere inanan bir insanım.
Meleklerim sürekli bana ufak notlar ya-
pıştırırlar veya bir rüzgar, bir fırsat beni
bir yere yönlendirir. Ben o rotayı takip
ederim, yaşamam gerekeni acısıyla, tat-
lısıyla yaşarım. Başımdan geçen kötü bir
deneyimin bile bana bir şeyleri öğretmek
amacıyla yaşandığını düşünürüm.
P: Türk müzik dünyasında şarkılarını
dinlerken etkilendiğiniz ve birlikte eser
ortaya koymak istediğiniz şarkıcı-
lar var mıdır?
B: Çok kişi var. Bu kişilerin çoğu
da bilinen insanlar değil. Bazen is-
mini bilmediğin bir sokak gitaristi
bile seni o kadar etkiliyor ki, “Ben
bu adamla bir şeyler yapmak isterim”
diyorsun. Şu an aklımda olan sanatçı-
ları saysam mutlaka biri eksik kalır.
Beraber müzik yapmak istediğim
yüzlerce sanatçı var, bu sebeple isim
saymanın gerekli olduğunu düşünmü-
yorum.
P: Dinlerken “Keşke ben yazmış olsay-
dım.” dediğiniz bir şarkı oldu mu hiç?
B: Bir tane var aslında. Mustafa
Ceceli’nin “Es” şarkısını severek din-
liyorum. Bu şarkıyı ilk dinlediğimde
“Çok güzel bir şarkıymış, keşke ben
yazmış olsaydım.” demiştim.
P: Konserlerinizde en çok önem verdi-
ğiniz noktalar nelerdir?
B: Kırmızı ayakkabılarım, kendilerinin
uğur getirdiğine inanıyorum. Kırmızı
giymediğim her konser, tesadüf müdür
bilmiyorum, kötü geçer. O yüzden biz
kırmızı potinlerimizi giyerek sahneye
çıkıyoruz. Orkestra elemanları ve gelen
dinleyiciler de kırmızı giyinmeye baş-
ladı. Bir trend olarak bütün Türkiye’ye
yayılıyoruz. P
43