çalışan kalabalıklar doldurur; yağ-
murlu bir İstanbul’sa eğer, her köşe
başında yağmuru fırsat bilen plastik
şemsiye satıcıları çıkar birden. Şehrin
insanları taksi bulamamalarını yağmu-
ra bağlayıp sinirlenirken bambaşka bir
yerde birileri ıslak toprak kokusunu
duyunca en sevdiği şeyin yağmurlu
bir gün olduğunu düşünüp memnu-
niyetle gülümser. Yani hepimiz farklı
şekillerde misafir ederiz hayatın ve
doğanın önümüze bıraktıklarını. Bize
sunulmuş dünya, yaşadığımız şehir,
oturduğumuz sokaklar içi boş bir
kutu.Bizim kutuya koyduklarımızla
dünyanın en güzel yeri de yaratılır,
insanların geçmeye korktuğu sokak-
larda. Ve o kadar
yüce gönüllü-
dür ki, kahka-
hayı da gözya-
şını da, aşkı da
nefreti de aynı
misafirper-
verlikle kabul
eder.
Sokaklar, sanatçıların, acıların, hayal-
lerin ve hayal kırıklıklarının bir arada
sessizce anlatıldığı bir kitap gibi aslın-
da.Yolda yürürken birden karşımıza
bir müzik grubu çıkıyor, şarkılarına
birkaç saniye ortak oluyoruz, etrafları-
nı saran küçük kalabalıkla uzun uzun
dinlemesek de kulağımıza çalınıyor
müzikleri.Birden şarkının içine giri-
yor, hızlı hızlı yürürken birkaç saniye-
liğine bir melodinin içindeymişçesine
devam ettiriyoruz hayatımızı.Ardın-
dan biraz daha yürüyünce küçük bir
sokak çocuğuna gözümüz çarpıyor.
Elinde oyuncak, küçük bir gitar var.
Şaşırıyoruz; küçük bir çocuğun so- kakta tek başına olmasına değil, bu yok-
lukta o gitarı nasıl bulduğuna. Bırakmış
dilenmeyi, oturmuş öylece bir köşeye,
kendi kendine gitarını çalıyor. Bu sefer
zor geliyor onun melodilerinde yaşa-
mak.İnsan acılarda, hayal kırıklıklarında
yaşamaktan kaçınır ve sokakta kalbini
burkan bir çocuk gördü mü başını çevi-
rir hemen, gürültülü yaşamında kaybet-
tirir onu. Bu yüzden arabamızda gider-
ken bir sokak çocuğu cama yaklaştı mı
göz teması kurmaktan çekiniriz. Hayatın
ona getirdiği şartları, işte onun da kade-
ri bu diyerek bir cümlede özetlemenin
getirdiği mahcubiyetten.Anlayacağınız
her zaman şen şakrak, toz pembe de-
ğildir sokaklar. Zamanında üniversite
öğrencilerinin iki farklı yön uğruna
birbirlerini öldürmelerine de, tonlarca
kumaşın yerlere savrulmasına da şahit
olmuştur sokaklar.Bu yüzden bize an-
latıcakları vardır işte.
Tam bu noktada bahsedebiliriz so-
kakların da bir ruhu olduğundan. Biz
bu ruhları ne kadar koruyabildik, İs-
tanbul sokakların bize anlatmak iste-
diklerini ne kadar dinledik, işte orası
cevabı olmayan bir soru.Kafamızdaki
“yenilenme” ve “dönüşme” fikriyle
her köşenin büyüsünü bozduk.Yaşan-
mışlıkları yok ederek ve eski olan her
şeyin yenilenmeye ihtiyacı olduğunu
düşünerek fark etmeden aslında kendi
kendimizin yabancısı olduk. Küçük-
lük sokaklarımızı tanıyamaz hale gel-
dik. Oysaki, bazen bakımsızsa ya da
eskiyse, hatta çirkinse ve kirliyse bir
noktada öyle bırakmalıyız bazı şeyle-
ri. Çünkü bir şehrin hep mükemmel
sokaklara ihtiyacı yoktur ama yıllarca
hiç bozulmadan aynı kalabilmiş, anı-
ları olan, içinde bir canlı gibi ruh taşı-
yan, iyisiyle kötüsüyle bizi anlatan ve
bizi yansıtan sokaklara ihtiyacı vardır.
P
39