Perspective Perspective 34 | Page 84

80
tehlikeli tatmin şekillerinden biridir . Yazmak başka ; ama yazar olmak , yeryüzünde ısrarla o kimlikle bulunmak , psikoloji bilimine havale edilesi bir bozukluktur .” Bu elbette kurgunun içinde farklı anlamlara da çıkan bir bölümdü , ancak şimdi düz anlamıyla burada kullanmakta bir sakınca görmüyorum .
Önce yazmanın mutlaka ve her durumda “ iyi bir şey ” olduğu kabülünü bir kenara bırakarak başlayalım . Sadece “ yazılmış ” ve de “ yayımlanmış ” olduğu için , sadece bir kitaba dönüşmeyi başarmış olduğu için bir metne ve onun yazarına fazladan saygı duymak ya da özel ihtimam göstermek zorunda hissetmemeliyiz kendimizi . Yazmak dediğimiz ne ki ? Hele ki yazılanların çoğunun hem doğaya hem de zihne ziyan şeyler olduğunu düşününce ...
Yazmanın her durumda bir “ üretim ” olduğu yönündeki eskimiş düşünceyi de bir kalem geçelim . Çünkü yazmak maddesel anlamda çoğunlukla bir tüketimdir . Kağıt israfından , ağaç cinayetinden başka bir şey olarak göremeyeceğimiz o kadar çok “ verim ” var ki ( Bu yazı umarım söz konusu kapsama girmez ). Bu tür üretimler ( tüketimler ) üstelik hacim bakımından da çoğunlukla cömert olur . Elektronik verim olsun , o da bir elektrik ve kilobayt tüketimidir bana kalırsa . Sadece dijital kapasite olarak değil , kapladığı sosyal alan bakımından da . Bir kitap yazar biri , bir hevesle , yazdığı türün disiplininden uzak , tarihsel seyrinden bihaber , evrensel konumundan uzak bir şekilde yazar , bol keseden yazar , sonra onun üstüne yazı yazılır , reklamı yapılır , bir söyleşi organize edilir , masum alan böylelikle işgal edilmiş olur . Tüketim kere tüketim . Okur dediğimiz kişi de Virginia Woolf okuyacağına ya da Beckett okuyacağına ya da ne bileyim Hegel okuyacağına daha az yorulmayı tercih ederek mezkur metni
okur . Çünkü zor metinler , Musil ’ in tabiriyle , okurlara güvenmedikleri bir ameliyata girmişler gibi bir his verir , onları tedirgin eder .
Kolaya yönelince zincirleme bir kolaylaşma süreci başlar . Zihni yormayan , yeni tarzlar denemeyen , kafaları karıştırmayan metinler , kısacası kolay metinler , okuyanı rahatlatır . Tatlı , pembe ve pamuksu bir yumuşaklık : Okuduğum her şeyi anlıyorum , hiçbir şeyi kaçırmadan kolaycacık yuttum . Okumak güzel şey , hatta entellektüel bir eylem ve de hiç yorucu değil . Bunları zaten ben de düşünmüştüm . Ben de yazabilirim , duygusu , o hastalıklı duygu , işte en çok bu durumda yüzeye çıkar , resmen pırtlar ! Okurun ilgisi tüketilmiş , artık okur kaybedilmiştir . O artık bir yazardır ve her an İttihat ve Terakki ’ yi araştırıp onun üzerine bir roman yazabilir . O artık bir yazardır ve her an size öğütler vermeye başlayabilir : Çok okuyun , yazdıklarınızda samimi olun , tekrar tekrar yazın , en iyisini bulana kadar yazın , içinize sindiyse tamamdır . İç , sinmek , tamam . Bu kelimelerin hiçbirini başka bir disiplinde bir arada göremezsiniz . Geçmiş yüzyılın edebiyatı neleri deneyimledi , günümüzde roman nerede , vesaire , önemsiz olur . Bu çark böyle döner . Kitsch dediğimiz şey işte tam da budur ; ne pahasına olursa olsun mümkün olduğu kadar çok sayıda insanı cezbetmeye uğraşmak , her durumda kalabalıkların hoşuna gitmeyi istemek ... Kolay kalarak .
Saf okur , iyi okura kıyasla elbette daha kolay yazar olur . Çünkü yüzleştiği hazır lokmalar onu yazar olmaya doğrudan hazırlar , onun işini kolaylaştırır . Ama sıkı okur için işler o kadar
yolunda gitmez . Zaman geçtikçe daha zorlayıcı , düşündürücü metinler okuyan , yeni tarzlarla yüzleşirken , aynı anda yüzyıllar öncesinde de nelerin başarılabilmiş olduğuna hayretler içinde tanık olan sıkı okurun eli her daim titrer . O asla yazmaz , demiyorum , ama yazarsa az yazar . Çünkü yazmanın bir iç dökümünden ibaret olmadığının , hele de roman yazmanın bir anlatma , hikaye yumurtlama biçimi olmadığının artık bilincindedir . Çünkü bu bir disiplindir ; hem bir sanat hem de bir yanıyla bilimdir . Her edebi türün bir tarihsel gelişimi vardır , bazı ekolleri vardır , ekoller arası çekişmeleri vardır , tepkisel zemini vardır vesaire ... Bunları yok sayan , kendinden menkul yazarlığa sığınan bir yazar , duygulanıp duygulanıp yazan , sadece güzel söyleyişler peşinde koşan , bir martı havalandığında hislenen , aşık bir çift öpüştüğünde coşan bir yazar bir uçan balon gibidir . Satın aldığında bir süre elinde taşırsın . Sonra bırakırsın , gider . Atmosferin bir katmanında mutlaka patlar , bir şey olsun diye değil ama , yok olmak için patlar , ancak bu patlama gelecekte duyulmaz bile .
O yüzden “ yazmasam delirirdim ,” veya “ yazmasam ölürdüm ” ya da “ bu konu / bu hikaye beni zorladı , yazmadan duramadım ,” cümlelerinin altında güneşlenen yazarların arasına girmeyi ve yanlarına uzanmayı değil , plajın uzağında bir yerde elindeki kitaba gömülmeyi tercih eden kişinin , yani yazmadan duramayanların değil , bu şartlar altında yazmadan durabilenlerin daha fazla saygıyı ve övgüyü hak ettiğini düşünüyorum . Ama tabii , güneşlenenlere gölge ederek ve onların gözlerine kum kaçırararak plaja dalmayı göze alabilecek kadar cebinde taş biriktirenleri ayrı tutmak kaydıyla ... P