Perspective Perspective 34 | Page 83

Yazmadan Durabilene Methiye Ersan Üldes Bu beyefendinin ruhunu saran yazma isteğini Kesinlikle kontrol etmesi gerek İnsanın küçük hobilerini halka duyurma İsteğine gem vurması gerek. Don Juan, Lord Byron 79 K imi tanıdıklarım, ço- ğunlukla edebiyata uzak olan kişiler, bir şeyler yazdığımı hasbel- kader öğrendiklerinde genelde şuna benzer şeyler söyler- ler: «Aa sen kitap mı yazdın, senin kitabın varmış, ya ne kadar güzel bir şey yapıyorsun!” Burada güzel olan şey ne? Benim bir kitap yazmış olmam. Nasıl bir kitap? Bilinmiyor. Ama yazmak iyidir. Ortada vurgula- nan bir tür yok. Şiir mi yazdın, öykü mü, roman mı? Kitap yazdın. Bu arada edebiyat dışı bir şeyler kale- me almış olmam ihtimali de saf dışı. Felsefi bir deneme, siyasi bir makale veya kim bilir belki de bir yemek kitabı. Sorunun devamı ne yazdın, şeklinde gelse ben gönül rahatlığıy- la ve biraz da derin bir oh çekerek “roman” diyeceğim. Ama sorunun gerisi, çoğunlukla şöyle: «Konusu ne?» veya «ne hakkında?» Cevap: Tereyağında enginar. Bu arada bu soru, gizliden gizliye bir ön kabul de barındırır içinde: “Bu çakal kesin roman yazmıştır.” Doğru, romanlar yazıyorum ama onların ne hakkında olduğu sorulduğunda kitlenip kalı- yorum. Çünkü bugüne kadar hiçbir zaman “bir şey” hakkında romanlar yazmadım/yazamadım. Aşk üzerine, kıskançlık üzerine, aldatmak üzeri- ne veya Birinci Dünya Harbi, İkinci Meşrutiyet, Ekim Devrimi, İttihat ve Terakki’nin gizli yapılanması üzeri- ne yazılan bir romansallığa inanma- dım, hala da inanmıyorum. Daha da ileri gidip şunu söyleyeyim; roman hiçbir şey üzerine olmaz. Roman, roman üzerinedir. İyi romanlar şişe geçirilip kızartılan atın öyküsünü anlatırlar. İngiliz dilindeki “hiçbir şey anlatmayan hikaye” anlamın- daki bu deyimi meşhur Tristram Shandy’den öğrendim ve onun söy- lediğinin arkasındayım. Fakat şimdi burada uzun uzadıya roman teorisi tartışarak meselenin özünü kaçır- mayalım. Ne yazdığımı bilmiyor, tek cümlemi okumadı, kazara benim yazar oldu- ğumu öğrendi ve baştan bir kabul- le, imrenerek, takdir ederek veya kıskanarak, hiç fark etmez, beni doğrudan itibarlı bir yere oturtuyor. Ama ben onun beni oturtmak iste- diği yerde bulunmak istemiyorum. Bir romanımda şöyle bir şey yaz- mıştım: “Bir kimlik olarak yazarlığı rütbe gibi taşımak, dünyadaki en