Perspective Perspective 34 | Page 57

Eflatun ’ un Demosten ’ e yazdığı mektuplar var ama o kadar da gelişmiş değil . Acaba Eflatun soğuk kıtaları anlatmayı denemiş midir ? Latinlerde ise mektup belki de üst noktalarından birini yaşıyor . Cicero dönemlerin saygı ile anılacak ismi .
Sanatçının anlık bulantılarını , duygularını ve yaşamını aydınlatabilmek açısından ne büyük nimet ! Petrarca ’ nın mektuplarını okuduğumda şaşırdım . İnsan dedim , yüzyıllardır aynı duyguları yaşıyor . Ne garip ! ‘’ Kulübeye gece geç vakitte döndüm . Bir an önce ve aklıma geldiği gibi bu mektubu yazmak için evin kuytu bir köşesine çekildim . Çünkü mektubu başka bir zamana bıraksaydım , yerin değişmesiyle belki duygularım da değişecek ve yazma arzum yok olacaktı .’’ diye başlıyor bir mektubuna .
Mozart ’ ın 3000 ’ e yakın mektubu var . Müziğin sırrının o satırlarda gizli olduğu söyleniyor . Sana bunları öylesine anlatmıyorum , eğer sıkıldıysan gökyüzüne bak , zarfı yırt ve bildiğin gibi yaşamaya devam et . Avrupa ’ ya altmış yıl boyunca seslenmiş bir dahi var , Voltaire . Yayınlanmamış 18 000 mektubu nasıl yazmış ! Bu beni korkutuyor . O dönemlerde de insanlara sakinlik kazandırmak için mektuplar yazılmış . Heder , Schiller gibi Romantikler ; İnsanlığı İlerletmek İçin Mektuplar , İnsan Sanat Eğitimi Üzerine
Mektuplar bırakılmış . Ölümünden sonra mektupları ciltler halinde yayınlanmış bir Alman var , Goethe . ‘’ Eskiden beri mektuplara oldukça seyrek cevap veririm , ihtiyarlığımda da bu değişmedi . İki nedeni var : Boş mektup yazmak istemem . Önemli mektuplarda beni acil ödevlerimden alıkoyuyor ve çok vaktimi alıyor .’’ Ne garip !
Utanıyorum çünkü sana mektubun tarihini birkaç yüz kelimede anlatmaya çalışıyorum . Zaten böyle bir tarihi anlatmak da ne kadar mümkün olurdu ki … Duygularını kelimeler arasına bırakan ve onca yaşamı sayfalara gömen onlara , saygısızlık yapıyormuş gibiyim . Birazdan sana hayatımın en ince noktalarına değen bir yazarın mektuplarından bahsedeceğim . Bir tütünlük zamanım var mı ? Öyle söyleme , kırıyorsun beni …
İlk baskısını zar zor bulduğum bu kitabın ilk mektubu Henrick İbsen ’ e yazılmış . 1901 yılının Mart ayında Dublin ’ de … ‘’ Fakat biz en değerli şeyleri kendimize saklarız . Onlara beni size neyin bu kadar bağladığını anlatmadım . Onlara , sizin bulanık yaşamınızı sezmenin benim için nasıl övünç olduğunu , sizin savaşlarınızın bana nasıl ilham verdiğini ( açık maddi savaşlar değil , fakat alnın gerisinde verilip kazanılan
savaşlar .) sizin , yaşamın gizleriyle güreşmekteki kararlılığınızın bana yüreklilik verdiği ve sizin halkın sanat anlayışına , çerçeveye ve törelere mutlak aldırmazlığınızla kendi kahramanlığınızın ışığında yürüdüğünüzü söylemedim .’’ diye yazıyor . Romanlarındaki aynı kararlı cümleleri okuyabiliyorum . Onun kalbini bir nebze olsun hissedebiliyorum . Uzun tuttum çünkü kelimeler arasındaki ritmi başka türlü gösteremezdim . Kimin mektubu muydu ? Daha söylemedim değil mi ? Ardından bir fırıncının kızına aşık oluyor . Nora Barnacle . 14 Haziran 1904 ’ te bir randevuda buluşmak üzere sözleşiyorlar ama kadın o gün gelmiyor ve 15 Haziranda şöyle bir mektup alıyor ‘’ Kör olabilirim . Uzun bir zaman kızıl-kahverengi bir saça baktım ve sen olmadığına karar verdim . Eve oldukça mahzun gittim . Bir randevu vermek isterdim ama sana uygun olmayabilir . Umarım sen bana verecek kadar iyi olursun , eğer beni unutmadıysan !’’ 16 Haziranda randevuya gelen Nora yazarla yaşamını birleştiriyor ve sonra ‘’ Canım Nora ’’ diye hitap ediyor James Joyce . Ne garip !
Belki de her mektup birilerine adanıyor .
Bir kadına mektup yazdın mı hiç ? Yazmadıysan , kesin yazmalısın . Ayrıca bir güzellik taşıyor ve onu kelimelerde yüceltmenin hazzını arıyorsun . ‘’ Siz ’’ diye hitap etmek önemsenmese de artık , gerçekten
53