teriyor neredeyse. Karakter değişimlerini
rahatça görebiliyoruz. Örneğin Murphy
dürüst, sakin bir polis olarak geliyor ve
gittikçe sıyırmaya başlıyor dizide, silahını
sivil birine doğrultacak kadar. Escobar’ın,
Wagner Moura’yı saygıyla selamlıyorum,
kaçakçıyken yavaş yavaş gücü ele al-
masını, en büyük uyuşturucu kaçakçısı
olmasını nefesimizi tutup izliyoruz. En
güçlüyken delirmesini, çöküşünü gergin-
likle izliyoruz. Karakter motivasyonları
da tatmin ediyor bizi. Kim neyi neden
yaptı sorgulamıyoruz pek.
Dizide uyuşturucu kaçakçısı bir teröris-
tin hayatı anlatılıyor. Ama çoğu zaman
bunun farkına varmıyoruz. Bu iyi bir
şey mi kötü bir şey mi? Ben çoğu zaman
polisin kazanmasının yerine Pablo’nun
kazanmasını istedim, hatta öldüğünde
biraz da olsa üzüldüm. Tabii ki bunun
yanlış olduğunu biliyorum. Seyircilerine
bu ikilemi yaşattığı için dizi bu konuda
çok eleştiri aldı. Sonuçta Pablo Escobar,
birçok ölüme sebep vermiş bir uyuştu-
rucu kaçakçısıydı. Dizi de yer yer bunu
bize göstermeye çalıştı. Pablo’nun öldür-
düğü birçok insanı, bombalı saldırılarını
etkili bir biçimde gösterdi. Pablo’nun
kötü olduğunu sık sık hatırlattı bize.
Dizide
uyuşturucu
kaçakçısı bir
teröristin
hayatı
anlatılıyor. Ama
çoğu zaman
bunun farkına
varmıyoruz. Bu
iyi bir şey mi
kötü bir şey mi?
İlk sezonda 10 yıldan fazla bir süre işle-
nirken ikinci sezonda sadece 1 yılı kap-
sıyordu. Birbirine yakın olsaydı daha iyi
olmaz mıydı diye düşünüyor insan ama
senaristlerin Pablo’yu sevdirmek isteme-
diği kanısına varıyoruz sonradan. Diziye
olumsuz bir eleştiri yapmak istesem de
bulamıyorum. Aile konuları bile güzel
işlenmişti. Daha fazla övmeden yazıyı
bitirmeliyim.
Diziyi şiddetle izlemenizi öneriyorum,
zaten başladığınız zaman muhteşem je-
nerik sizi büyüleyecek. Ayrıca diziyi se-
venlere müjdeli haber: 3. ve 4. sezonlar
onay aldı. Pablo’nun eksikliği nedeniyle
ilk iki sezon gibi olacağını düşünmüyo-
rum açıkçası. Diğer sezonlarda da ya-
pımcılar Pablo’nun ekmeğini yiyece kler
sanırım. Netflix’in bizi tekrar şaşırtması-
nı isteyerek, sabırla bekliyoruz.
Politikanın
Acımasız Yüzü
Bir dizi düşünün; Amerika başkanı sa-
bırsızlıkla yayın tarihini beklesin, iz-
leyenler anlamak için pür dikkat takip
etsin. Öyle ki yuh bu kadar da olmaz di-
yeceğin, politikanın kirli yüzünü görebi-
leceğin bir dizi. Oyunculuklara hayran
kalsam da, jeneriğinin yetersiz olduğu-
nu düşündüğüm, Kevin Spacey’nin ha-
yat verdiği, aynı adlı romanından uyar-
lanan House of Cards.
Başkarakterimiz
Francis
‘Frank’
Underwood’un siyaset içindeki oyunla-
rını izliyoruz, izlerken yaşanan politika
hayatına tanık oluyoruz. İlk hedefi oval
ofis, orayı ele geçirmek için elinden ge-
leni yapıyor ve başarılı da oluyor. Seçil-
miş, masum bir başkanı devirerek koltu-
ğu ele geçiriyor. Dizi gri tonda ilerliyor
aslında. Bir süre ama Russo karakteri
öldürüldüğünde saf kötülük keskin bir
bıçak gibi diziyi kesiyor. Bundan sonra
dizide kötü ve iyiyi ayırmaya başlıyoruz.
Bir dizi
düşünün;
Amerika
başkanı
sabırsızlıkla
yayın tarihini
beklesin,
izleyenler
anlamak için
pür dikkat
takip etsin.
Masum insanlar bir hiç gibi ezilip geçi-
liyor.
Sonrasında bir süre başkanlık oyunla-
rına tanık oluyoruz. Dış politikada ne
tür oyunlar döndüğünü izleme şansı
buluyoruz. Her devletin ne olursa olsun
kendi çıkarlarını gözettiğini, Claire sa-
yesinde insanlık değerlerinin tamamen
menfaat için kullanıldığını şaşkınlıkla
izliyoruz. Başkanlık seçimleri başladı-
ğında, insanların birbirlerinin kirli ça-
maşırlarını nasıl ortaya döktüklerine
tanık oluyoruz. Mutlak yenilgiden bah-
sedemeyiz, her şeyin bittiğini düşün-
düğümüz anda politik manevraların, b
planlarının uygulanmalarını izliyoruz.
Son bölümde de öyle bir bitiriyorlar ki
‘yuh artık’ diyoruz.
Frank ve Claire’nın evliliklerine ayrı pa-
ragraf açmak istedim. Birbirlerine aşık-
lar mı yoksa tamamen çıkar üzerine mi
birlikteler anlamakta güçlük çekiyoruz.
Önce birbirlerine olan garip sadakatleri-
ne hayran olsanız da sonrasında birbir-
lerine üstünlük sağlamak adına araları-
nın açılmasına şaşırıyoruz. Ama her şeye
rağmen birbirlerini kuyunun dibine de
atmıyorlar.
69