estetik, sahnedeki duruş hepsi konu-
sunda faydalı oldu. Ne öğrenirsen as-
lında yanına kar kalıyor. Koreografi de
yaptım Bursa Devlet Tiyatrosu’nda, 4
tane koreografim vardı.
P: Çocuklar Duymasın günlerine dö-
nersek, bu karakteri oluştururken ör-
nek aldığınız biri oldu mu?
Z.G: Paldır küldür başladım ben o di-
ziye. Üç gün önce aradılar, böyle bir
rol var dediler. Karakter analizi yoktu.
Baskın bir kadın, kocasını eziyor, kı-
lıbık bir adam, kadının sözü geçiyor
dediler bana. Olur dedim. Yani, baş-
layalım bakalım dedim, başladım. Za-
man içinde dominant teyze karakteri
büyümeye başladı çünkü enerjimiz
tuttu. Tutunca da iş büyüdü. Kartopu
yaparken çığ oluşturdu. Sadece benim
rolüm değil, tüm roller, dizi büyüdü.
Bir tane arkadaşımın benzer halleri var-
dı ona da söyledim birkaç kere, biraz
ona benzeyen bir karakterdi. Ondan
ufak çapta etkilendim, ters laflarından,
laf yapıştırmalarından. Kendi kendine
oluştu karakter, primitif şekilde. Me-
sela şimdi Tatlı İntikam’da iki üç sayfa
karakter analizi okudum. Uzun uzun
yazmışlar, eskisinde bu yoktu, rol ken-
di kendini oluşturdu. Ben oynadıkça
Birol Güven yazdı, o yazdıkça ben oy-
nadım. Özgür’le, Tamer’le çok güldük,
eğlendik. Bir işi keyif alarak yapınca o
keyif seyircinin üzerine yansıyor zaten.
Bu her işte geçerli.
P: Bir röportajınızda, diploma sanat-
çı olmak için yeterli değil demişsi-
niz. İcracıyı sanatçıya dönüştüren
nedir sizce?
Z.G: Konservatuar bitirmek, tiyatrocu
olmak için tabi ki aslında yeterli değil.
Yeteneklerin sınırlı olabilir, iyi oyuncu
olmayabilirsin. Yansıtacak veya duy-
gulara dokunacak bir yönün yoktur.
Bu sadece tiyatro değil, sinema için de
öyle. İcra etmek için yoğun duygular-
dan, kendimizden yola çıkarak ve işi
çok severek, içine yeteneğimizi katarak
ortaya karakterler çıkarıyoruz. Bunların
hepsi içimizde olan karakterler, sadece
o dönemlerde o tarafımızı besliyoruz.
Dominant teyzeyle benzerliklerim var
tabi ama sonuçta günlük hayatımda
kullandığım taraflarım değil onlar. Sa-
dece dönüşüyoruz o dönem için. İçi-
mizdeki duygularla, enerjiyle bir dö-
nüşüme giriyoruz. O dönüşüm de rolü
oluşturuyor.
P: Gerçek hayatta da bu şekilde mi
gelişiyoruz sizce?
Z.G: Gerçek hayatta da böyle, hangi ka-
rakterin sana daha yakın geliyorsa ona
yöneliyorsun, kendi karakterin öyle
oluşuyor. Ben daha çok iyi hissetmeyi,
iyi yaşamayı, keyif almayı ve kahkaha
atmayı tercih ediyorum. Beslediğin ta-
rafla ilerliyor her şey. Rollerde de dedi-
ğim gibi hepsi bizim içimizden çıkıyor
ve dönüşüyor.
P: 18 yaşında başladınız kariyerini-
ze. Sizi durdurmaya çalışan biri oldu
mu?
Z.G: Hiç olmadı. Ailem çok destekledi.
Konservatuarı kazanınca havalara uç-
tuk ailecek. Ani bir kararla oldu, o yaz
yakın arkadaşım Simay, konservatuarda
okuyordu tiyatro bölümünde, beni pro-
vasına çağırdı. Rumeli Hisarı’nda Müş-
fik Kenter Jules César’ı prova ediyordu.
Provaya gittim izlemeye. Oturduk taş-
lara, izlemeye başladım. Bu ne ya de-
dim. Ben tiyatrocu olacağım dedim, beş
dakika içinde. Beş dakikamı aldı. Ne
büyülü bir iş dedim, ne eğlenceli ve bü-
yülü aynı zamanda. O an karar verdim.
Hazirandı sanırım, ekim ayında kazan-
dım. Bak varmış demek ki içimde. İstek
olarak geliyor bir şey ve kaderin oluyor.
İyi ki de olmuşum. P
51