Perspective Perpective Sayi 33 | Page 17

lında biz insanların tarih boyunca orta- ya attığı mitlerden başka bir şey değil. Gittikçe daha karmaşıklaşan sosyal yapı, bilgi aktarımının şeklini ve tesir alanını da değiştirdi. Duvardaki tuğlala- rı bir arada tutan harcı, kavramları, bir nesilden diğerine aktarmak için önce bu mitleri kişileştirdik ve efsaneler böy- le doğdu. Doğayı, hayat tecrübelerini, korkuları, acıları, mutlulukları ve genel olarak bütün kültürü müzik ve şiir va- sıtasıyla kulaktan kulağa aktardık. Biz bir araya geldikçe, kalabalıklaştıkça bu yöntem ihtiyaçları karşılayamaz oldu, her bir nesilde öznel müdahalelere son derece açık olan bu bilgi aktarımı kana- lı bilgi kaybına yol açıyordu. Nesnel verileri aktarmanın yolunu ise onları kalıcı materyaller üzerine aktar- mayı akıl etmemizle bulduk. Bu gün Sümer ülkesinde bulunduğunu dü- şündüğümüz bu ikinci devrim yazıydı. Yazıyla birlikte Ur kentinde bir am- bardaki hububatın miktarından, Eski Mısırdaki bir kentte çocukları tarafın- dan ihmal edilen bir yaşlı bir kadının hayal kırıklıklarına kadar pek çok şey binlerce yıl boyunca aktarılabildi. Bilgi aktarımı böylesine hızlıyken insanoğlu sorgulamaya, araştırmaya ve bilim yap- maya başladı ve her keşif birikerek yeni ufuklar açtı biz insanlara. Dinler tanrı- larının buyruklarını kitaplarla ilettiler. Artık insanlık, bilginin değerini çok iyi anlamıştı. Aktarılan bilimsel gelişmeler insan ha- yatına teknoloji olarak yansırken, insan sorularının sonsuzluğunu kavramaya ve dünyaya daha çok anlamaya baş- ladı. Lakin insan topluluklarının bir arada kalması için her zaman mitlere ihtiyaç duyulagelmiştir. Ve bu mitleri sorgulamak da bu soruları taşıyan bilgi aktarım araçları da her zaman toplum düzenini bozabilecek bir tehlike ola- rak görülmüştür ve engellenmek isten- miştir. Modern dünyada sansür olarak karşımıza çıkan bu engeller, tarihte kü- tüphanelerin yakılmasına, insanlarının “yargılanıp” idam edilmesine ve daha nice trajediye neden olmuştur. Bu skolastik düşünce ortamında, bilgi- ye erişimi kısıtlanmış, kitaplara ulaşıl- maz ve pahalı, okuma yazma bilmek bir ayrıcalık haline gelmişken insanlığın bilgi aktarımında yaptığı bir diğer dev- rim matbaanın bulunmasıdır. Daha ön- ceki ilkel emsallerinin çok ötesine ge- çen modern matbaa 1450’de Johannes Gutenberg tarafından icat edildiğinde, metal harf kalıplarının kağıtlara basıl- ması prensibiyle çalışıyordu. Kalıpların hazırlanması aylar sürüyor, basım işle- mi el yordamıyla yapılıyordu ama yine de el yazmalarından çok daha ucuz ve hızlıydı. Gutenberg’in ilk bastığı kitap ise İncil oldu ve bir matbaadan basılan her İncil, Avrupa’yı saran kilisenin zin- cirlerinden bir halka kopardı, basılan her bilimsel yayın insanları biraz daha aydınlattı. Matbaanın icadı günümüzde yayımcılık dediğimizde aklımıza gelen her şeyin miladıdır. Gutenberg’in ahşap ve devasa matbaasından sadece üç yüz altmış dört yıl sonra Londra’da sadece bir dakikada bin yüz tane The Times gazetesi basılıyordu. İlk bildiriler, M.Ö 59’da Roma Senatosu’nun günlük bildirilerini hal- ka duyurmak için iki bin kopya olarak çıkarılan ve imparatorluğun değişik köşelerine yollanan Acta Diurna’ydı. Benzer bildiri örnekleri Çin toprakla- rında da dağıtılmaktaydı. Ama gazete bu günkü ismini o dönemki Venedik para birimi olan “gazetta” dan alıyor- du zira bir “gazetta”ya satılmaktaydı. Matbaanın icadına müteakip, gazete ve dergiler çok hızlı bir gelişim gösterdi. 1600’lü yıllarda Avrupa halkı, savaşla- rı üç dört sayfalık savaş bültenlerinden takip ediyordu. Günümüze kadar gelen bu basılı kitle iletişim araçları, insanlık için çok önemli bir yer edindi. 1800’le- rin sonuna gelindiğinde, gazeteler artık kamuoyu oluşturuyor ve bu da savaşla- rı sonlandırıyor, devletlerin politikala- rına önemli ölçüde yön veriyordu. Gazete kitle iletişim araçlarından ilkiy- di. Hemen ardından radyo geldi. Rad- yo bulunmadan önce, insanlar elektrik kablola rı ile birbirine bağlanan telefon ve telgraf vasıtasıyla uzakları yakın et- mişti. Ancak artık dünya sanayi dev- riminin rüzgarıyla durmak bilmeden gelişiyor ve değişiyordu. Artık bu kab- lolar ayak bağı olmaya başlamıştı. 12 Aralık 1901’de İtalyan mucit Marco- ni, kablolara ihtiyaç duymadan “radyo dalgaları” vasıtasıyla mesaj yollamayı başardı. 1920’lere gelindiğinde radyo yaygınlaşarak ulusları ve kıtaları birbi- rine bağlamıştı bile. Radyo, müzik için bir matbaa tesiri yarattı. Sovyet tank- ları Berlin’de ilerlerken Rus radyola- rında anayurt türküleri çalıyordu. Öte yanda Edith Piaf’ın “La Vie en Rose’u” Fransa’da pek çok evde yankılanıyordu. Modern dünyada sansür olarak karşımıza çıkan bu engeller, tarhte kütüphanelern yakılmasına, nsanlarının “yargılanıp” dam edlmesne ve daha nce trajedye neden olmuştur. 15