lında biz insanların tarih boyunca orta-
ya attığı mitlerden başka bir şey değil.
Gittikçe daha karmaşıklaşan sosyal
yapı, bilgi aktarımının şeklini ve tesir
alanını da değiştirdi. Duvardaki tuğlala-
rı bir arada tutan harcı, kavramları, bir
nesilden diğerine aktarmak için önce
bu mitleri kişileştirdik ve efsaneler böy-
le doğdu. Doğayı, hayat tecrübelerini,
korkuları, acıları, mutlulukları ve genel
olarak bütün kültürü müzik ve şiir va-
sıtasıyla kulaktan kulağa aktardık. Biz
bir araya geldikçe, kalabalıklaştıkça bu
yöntem ihtiyaçları karşılayamaz oldu,
her bir nesilde öznel müdahalelere son
derece açık olan bu bilgi aktarımı kana-
lı bilgi kaybına yol açıyordu.
Nesnel verileri aktarmanın yolunu ise
onları kalıcı materyaller üzerine aktar-
mayı akıl etmemizle bulduk. Bu gün
Sümer ülkesinde bulunduğunu dü-
şündüğümüz bu ikinci devrim yazıydı.
Yazıyla birlikte Ur kentinde bir am-
bardaki hububatın miktarından, Eski
Mısırdaki bir kentte çocukları tarafın-
dan ihmal edilen bir yaşlı bir kadının
hayal kırıklıklarına kadar pek çok şey
binlerce yıl boyunca aktarılabildi. Bilgi
aktarımı böylesine hızlıyken insanoğlu
sorgulamaya, araştırmaya ve bilim yap-
maya başladı ve her keşif birikerek yeni
ufuklar açtı biz insanlara. Dinler tanrı-
larının buyruklarını kitaplarla ilettiler.
Artık insanlık, bilginin değerini çok iyi
anlamıştı.
Aktarılan bilimsel gelişmeler insan ha-
yatına teknoloji olarak yansırken, insan
sorularının sonsuzluğunu kavramaya
ve dünyaya daha çok anlamaya baş-
ladı. Lakin insan topluluklarının bir
arada kalması için her zaman mitlere
ihtiyaç duyulagelmiştir. Ve bu mitleri
sorgulamak da bu soruları taşıyan bilgi
aktarım araçları da her zaman toplum
düzenini bozabilecek bir tehlike ola-
rak görülmüştür ve engellenmek isten-
miştir. Modern dünyada sansür olarak
karşımıza çıkan bu engeller, tarihte kü-
tüphanelerin yakılmasına, insanlarının
“yargılanıp” idam edilmesine ve daha
nice trajediye neden olmuştur.
Bu skolastik düşünce ortamında, bilgi-
ye erişimi kısıtlanmış, kitaplara ulaşıl-
maz ve pahalı, okuma yazma bilmek bir
ayrıcalık haline gelmişken insanlığın
bilgi aktarımında yaptığı bir diğer dev-
rim matbaanın bulunmasıdır. Daha ön-
ceki ilkel emsallerinin çok ötesine ge-
çen modern matbaa 1450’de Johannes
Gutenberg tarafından icat edildiğinde,
metal harf kalıplarının kağıtlara basıl-
ması prensibiyle çalışıyordu. Kalıpların
hazırlanması aylar sürüyor, basım işle-
mi el yordamıyla yapılıyordu ama yine
de el yazmalarından çok daha ucuz ve
hızlıydı. Gutenberg’in ilk bastığı kitap
ise İncil oldu ve bir matbaadan basılan
her İncil, Avrupa’yı saran kilisenin zin-
cirlerinden bir halka kopardı, basılan
her bilimsel yayın insanları biraz daha
aydınlattı. Matbaanın icadı günümüzde
yayımcılık dediğimizde aklımıza gelen
her şeyin miladıdır. Gutenberg’in ahşap
ve devasa matbaasından sadece üç yüz
altmış dört yıl sonra Londra’da sadece
bir dakikada bin yüz tane The Times
gazetesi basılıyordu.
İlk bildiriler, M.Ö 59’da Roma
Senatosu’nun günlük bildirilerini hal-
ka duyurmak için iki bin kopya olarak
çıkarılan ve imparatorluğun değişik
köşelerine yollanan Acta Diurna’ydı.
Benzer bildiri örnekleri Çin toprakla-
rında da dağıtılmaktaydı. Ama gazete
bu günkü ismini o dönemki Venedik
para birimi olan “gazetta” dan alıyor-
du zira bir “gazetta”ya satılmaktaydı.
Matbaanın icadına müteakip, gazete ve
dergiler çok hızlı bir gelişim gösterdi.
1600’lü yıllarda Avrupa halkı, savaşla-
rı üç dört sayfalık savaş bültenlerinden
takip ediyordu. Günümüze kadar gelen
bu basılı kitle iletişim araçları, insanlık
için çok önemli bir yer edindi. 1800’le-
rin sonuna gelindiğinde, gazeteler artık
kamuoyu oluşturuyor ve bu da savaşla-
rı sonlandırıyor, devletlerin politikala-
rına önemli ölçüde yön veriyordu.
Gazete kitle iletişim araçlarından ilkiy-
di. Hemen ardından radyo geldi. Rad-
yo bulunmadan önce, insanlar elektrik
kablola rı ile birbirine bağlanan telefon
ve telgraf vasıtasıyla uzakları yakın et-
mişti. Ancak artık dünya sanayi dev-
riminin rüzgarıyla durmak bilmeden
gelişiyor ve değişiyordu. Artık bu kab-
lolar ayak bağı olmaya başlamıştı. 12
Aralık 1901’de İtalyan mucit Marco-
ni, kablolara ihtiyaç duymadan “radyo
dalgaları” vasıtasıyla mesaj yollamayı
başardı. 1920’lere gelindiğinde radyo
yaygınlaşarak ulusları ve kıtaları birbi-
rine bağlamıştı bile. Radyo, müzik için
bir matbaa tesiri yarattı. Sovyet tank-
ları Berlin’de ilerlerken Rus radyola-
rında anayurt türküleri çalıyordu. Öte
yanda Edith Piaf’ın “La Vie en Rose’u”
Fransa’da pek çok evde yankılanıyordu.
Modern
dünyada
sansür olarak
karşımıza
çıkan bu
engeller, tarhte
kütüphanelern
yakılmasına,
nsanlarının
“yargılanıp”
dam
edlmesne
ve daha nce
trajedye neden
olmuştur.
15