AYNALI CADDE
Tolga Gümüşay
G
eceleri yağmur yağınca Ban-
kalar Caddesi dev bir aynaya
dönüşür. Sigara izmaritleri,
plastik kapaklar, gazete parça-
ları, tadilat tozları, sıkılmış portakal ka-
bukları, kablo artıkları ve daha türlü çer
çöp caddeye tutunamaz olur. Kaldırımın
dibinden yokuş aşağı akan kahverengi
suyla bir sürüklenir, Yüksekkaldırım’dan
daha kuvvetli bir debi ile koli, naylon
torba, sigara paketi, pleksiglas parça-
cıkları ve etnik aksesuarlar taşıyarak
inen çamurlu suyla birleşir, bu kez de-
nize kavuşabilecekmiş gibi Karaköy
Meydanı’na doğru güldür güldür hücum
eder. Ve tıpkı daha önceki denemelerde
olduğu gibi, düzleşen caddede coşku-
sunu kaybeder, hızla geçen otomobil
lastiklerinin altında, tramvay yolunda-
ki paket taşlarının derzlerinde ve tuzak
gibi oraya buraya kurulmuş mazgalların
parmaklıklarında yok olur, gider.
Banka ve sigorta şirketlerinin memurları
caddeye parmak uçlarıyla basıp servisle-
re sığınırlar hemen. Elektrikçi esnaf ve
han çalışanları mesaiyi fazla uzatmaz,
kara şemsiyelerini açıp iskeleye doğru
yollanırlar yağmur oluklarının kıyısın-
dan. Yeni kimse gelmez. Kediler, mar-
tılar, güvercinler bile terk etmiştir cad-
deyi. Karınca cesetleri çamurlu suyun
içinde taklalar atarak sürüklenmektedir.
Yanıkkapı Sokak’ın başına bir kamyon
yanaşır. Hava nasıl olursa olsun bekler
orada. Civarın kağıt toplayıcıları hası-
latlarını yüklemek üzere çuval gövdeli
arabalarının tekerleklerini sürerler kam-
yona doğru; Şişhane, Eski Banka Sokak
ve Karaköy yönünden. Şişhane’den ge-
lenler yokuş aşağı saldıkları arabalarına
taşıtırlar kendilerini. Gündüz de gece
de gölge gibidirler. Hangisi ihtiyar han-
gisi delikanlı anlaşılmaz. Hele yağmurlu
gecelerde hiç anlaşılmaz. Sesleri kart ve
küfürlüdür hepsinin. Bulurlarsa sigara
içerler. Bağıra çağıra, topladıklarını döke
saça, kamyon kasasının kapağını hoy-
ratça vura vura görürler işlerini. Cadde
en çok onlardan, bir de geceleri şantiye
girişine bağlanıp umutsuzca havlayan
köpekten çeker en çok.
Kamyon işini bitirip homurdanarak
Perşembe Pazarı’nın ara sokaklarında
gözden kaybolunca, köpek de bitkin
düşerek inlemeye ve nihayet uyuma-
ya başlayınca, işte o zaman dingin bir
aynaya dönüşür cadde. Pırıl pırıl, her
köşesiyle yansıtmaya, her soruya yanıt
vermeye hazır dev bir aynaya.
Bu toprakların insanları korkar aynalar-
dan. Hele böyle köşe bucağı kaplayıp
kaçacak delik bırakmayanından iyice
korkar, uzak dururlar. Caddenin olağa-
nüstü bir hali yoktur oysa. Gördüğünü
yansıtabilir ancak. Herkesten, herşey-
den; en yakın dosttan, sevgiliden, ana,
babadan bile daha dürüsttür yani. Kolla-
maz ama dürüsttür. Anlamanı sağlar bu
dürüstlük. Öğrenmeni sağlar. Daha iyi
görünmek istiyorsan ne yapabileceğinle
ilgili düşünmeni sağlar. Zaten iyiysen ve
kendine haksızlık ediyorsan, bunu fark
etmeni sağlar.
Korkarlar ama ondan. Gündüzün mağ-
rurları, mağdurları, mangalda kül bı-
rakmayanları, meraklıları, ürkekleri,
çılgınları, gözüpekleri, gizemlileri ya-
nından bile geçmezler cadde ışıl ışıl par-
layınca.
İşte öyle gecelerde Yazar ortaya çıkar.
Su göletlerine, ıslak bina gövdelerine,
demir han kapılarına, parke taşlı kaldı-
rımlara, tarihi bankaların dev camlarına,
basamaklarını ıslak kirpikler gibi kırpış-
tıran Kamondo merdivenlerine bakar
dikkatle. Baktıkça görür. Gördükçe fark
eder. Fark ettikçe öğrenir. Öğrendikçe
ürperir. Ürperdikçe hayran olur. Hay-
ran oldukça hüzünlenir. Hüzünlendikçe
anımsar. Anımsadıkça utanır. Utandıkça
pişman olur. Pişman oldukça netleşir.
Netleşikçe düzelir. Düzeldikçe iyileşir.
İyileştikçe güçlenir. Güçlendikçe gülüm-
ser. Gülümsedikçe rahatlar. Rahatladık-
ça affeder. Affettikçe kendiyle, onu var
edenlerle tanışır, barışır.
Tüccar, esnaf, fahişe, kadı, şair, çalgıcı,
imam, rahibe, semazen, voyvoda, ban-
kacı, mimar, asker, ressam, katil, çocuk,
sakat, ihtiyar hallerini görür sırayla.
Cimri, hayırsever, saf, kabadayı, azın-
lık, hoyrat, yatalak, cilveli, nemrut, is-
yankar, özenti hallerini. Ürkek ve cesur
halerinin iki ayrı su göletinden yan yana
kendisine baktığını görür mesela. On-
ları ayıran taşı kaldırdığında nasıl iç içe
geçtiklerini. Bunun benzer ya da zıtmış
gibi görünen bütün halleri için geçerli
olduğunu.
Aslında bir büyük aynaya dönüşen cad-
denin küçük küçük aynacıklardan oluş-
tuğunu bilir Yazar. Her küçük aynaya
ayrı bir halin yansıdığını, insanların bü-
tüne bakmak yerine bu küçük aynalarla
yetindiğini ve bu yüzden hayatı farklı,
kopuk ve eksik algıladıklarını…
Ama o Yazar’dır işte. Birliğin kusursuz
dinginliğinin de farkındadır, hikayenin
kusurlu parçalarda gizlendiğinin de.
Su göletlerine, ıslak asfalta, büyük han
camlarına dikkatlice bakar. O gece han-
gi halini daha net görüyorsa, o olacak-
tır. Levanten Osmanlı Bankası memuru,
çuvalındaki dinamitlerle bankayı havaya
uçurmayı planlayan Ermeni milliyetçisi,
Alevi han çaycısı, Siirt’li avizeci, Rum la-
ternacı ve Fransız şair yansır gözbebek-
lerine. Bazısı biraz bulanık, bazısı hafif
dalgalı, bazısı kırık dökük.
87