f
fenêtre
SONSUZ ZAMANDAN KESITLER
TATAR ÇÖLÜ
Okuyacağın yazı, Dino Buzzatti’nin Tatar Çölü’nde hiç yazılmamış bir bölümdür. Yazıda
yer alan “ben”, ıssız çölün nöbetçiliğinden vazgeçemeyen Drogo’nun, yazarın affına
sığınarak bir sayfalığına ödünç alınmış bir ikizidir.
Ceren Doğaner
[email protected]
N
82
ihayet, odamdan gözü-
ken karanlığın üzerine
soğuk bir sabahın gri ışı-
ğı yükseldi. Bir kez daha
alışılmış dehşet başlıyor
-gün, hayat, gerçekler,
düşler, çöl, nöbetçiler, al-
baylar, emirler, temizlik
ve şu uzun hikayeler- kaçışın olmadığı
bir koşuşturmaca. Bir kez daha fiziksel
varlık kendini yeniliyor. Fiziksel var-
lık: gözle görülebilir, sınırlarının içinde
yaşayabilen, anlamsız kelimelere indir-
genebilir, sıfatlarla çevrili, görevlerden
yorgun, başkalarının bilincine uyum
sağlayabilen. Çöldeki belirsiz tepelere
baktıkça bu kumların efendiliğini uzun
süre elimde tutamayacağımı anlıyo-
rum: uyumadan yatmak, istesen gözle-
rini kapatabilecek durumda olmak, bu
üniformanın içinde bir beden olduğum
bilincinden uzak, bir gerçeğin varlığını
söküp atmak için binlerce kilometre yol
alabilirmişçesine özgürce düşünebilmek
Oysa
ne güzel bir
sabah; sanki
tüm kum
taneleri bir
yabancının
gelip kaleyi ele
geçirmesini
bekliyor.
gelmiyor içimden. Düşünmenin verdiği
hantallık, kaçış şansım olsa da hareket-
siz kalmayı emrediyor. İçinde bilinci-
min tadını çıkardığım bu el değmemiş
bilinçsiz halin giderek benden kaydığını
hissediyorum. Oysa ne güzel bir sabah;
sanki tüm kum taneleri bir yabancının
gelip kaleyi ele geçirmesini bekliyor.
Her sabah görev yerine giderken Ortiz’i
görüyorum. Sanki o değil de ince çiz-
gilerden şeffaf iplerle dokunmuş Ortiz
isimli bir gölge geçiyor yanımdan. Bazen
bu görevi yaparken neleri hayal ettiğini
düşünüyorum. Ortiz’e sorarsan özgürlü-
ğe giden yolda bir sınırdır bu çöl. Ne ya-
zık ki o yolda son durak “belirsizlik”tir.
Tatar hikayelerinde geçer bu belirsizlik.
İşte o belirsizlik, o belirsizlik bir savaş
içimde. Oysa özgürlüğün keşfi seçme
eylemini gerçekleştirmeli; sınırsız ve boş
özgürlük, başına buyruk, hayır getirme-
yen ve Tanrısız özgürlüğe dönüşen bir
özgürlük istemeli insan.
Nasıl olur da zaman, özgürlüğe dair bunca
düşünceyi ters yöne savurur? Ben değil,
çölün efendisi soruyor. İşte bu sorunun
üstüne sonsuzluk, sınırlarını aşıyor. Hi-
kayelerinin geçtiği çölü; beklemenin ıs-
sızlığına, insan ruhunun binlerce taneli
yapısına benzetiyorum. Bunu anladık-
tan sonra ortaya çıkan hatalı durum, bir
şeyin kanıtı oluyor: insan çürümeye yüz
tuttukça parçalara bölünür, kendinde faz-
ladan bir “ben” bulur, bir değil belki çok
daha fazla, derken parçalara ayrılmaya
başlar, bir parça daha, bir parça daha.
Sonunda gözle görülemeyen tanelere
ufalanıp çöldeki kum öbeklerine, son-
suz zamanın belirsizliğine karışır.
O kumlardan öğrendiğim bir sır vardır,
çölün efendisi kim olduğunu bilmez.
Efendinin yokluğu, onun varlığını yara-
tır. Kaldı ki ne derler bilirsin: Bazı şeyler
yokken daha kesindir. Başlangıçta efen-
di sana gelecektir; aklında bulunsun, o
geldiği anda tüm gücü kazanır. Ve ne ya-